Kadir Doğulu ile Röportaj

Sık kullanılanlarımızda yer alan, üzerinde fazla düşünmediğimiz cümlelerden biridir “Tanıştığıma memnun oldum.” Kadir Doğulu sizde gerçekten bu hissi uyandıran özel ruhlardan. Samimi, doğal, kibar… Kendini ifade ediş biçimi, doğayla, canlılarla, başta eşi Neslihan Atagül Doğulu olmak üzere çekirdek ailesiyle kurduğu ilişki, hepsi içinde tutarlı bir zarafet barındırıyor. Çok sevgili köpekleri Vera ve Afet’in kendisinden rol çaldığı çekim ve sonrasında gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbet, kendi içinde huzuru bulmuş iyi bir insan tanımama vesile oldu. Bu özel sayımızda onu konuk etmekten mutluluk duyuyoruz.
 

  • Kalabalık bir ailede büyümüşsünüz, beş kardeşsiniz. Bu sizi nasıl etkiledi, korumacı mısınızdır onlara karşı?

 Bana daha çok avantaj sağladı. Kalabalık bir ailede büyümek küçük yaşlardan itibaren aile ve insan ilişkilerinizin üst seviyeye çıkmasına yardımcı oluyor. Hayata ve kendinize karşı birçok anlamda idman yapmış oluyorsunuz, zayıf ve güçlü noktalarınızı görüyorsunuz. Her hale bürünebilen yedi kişi olunca iletişimi, halden anlamayı öğreniyorsunuz. Ben mutlu bir ailede büyüdüm, sevginin konuşarak herkese yayılabildiğini gördüm. Yaptığım her meslekte bana fayda sağladı. Yalnızca bir şeyleri paylaşma konusunda sıkıntı yaşayabiliyorsunuz, ki bu bir dezavantaj sayılmaz. Kardeşlerime karşı birçok anlamda korumacıyımdır ama insanlardan değil, kendilerini kendilerinden korumak için çok uğraşırım. Çünkü insanın bir tek düşmanı var, o da kendisi. Sadece kendisiyle ilgili her şeyi çözüme ulaştırdığı zaman korunmaya ihtiyacı kalmıyor. Bu anlamda kardeşlerime hep destek olmaya, içsel yolculuklarına katkıda bulunmaya çalışıyorum.
 

  • Gastronomi eğitimi aldınız, işletmecilik ve mutfak serüvenleriniz var. Hangi mutfağa yatkınsınız, spesiyalleriniz var mı?

İki buçuk sene kadar gastronomi okudum ama araya oyunculuk girince mezun olamadım. Damak tadıma en fazla hitap eden mutfak Türk mutfağı. Akdenizliyim, o yüzden Akdeniz’e kıyısı olan bütün ülkelerin mutfaklarına da aşinayım. İtalyan mutfağını çok severim mesela; hamuru, peyniri kullanma, tatlıları yapma biçimimiz çok benzer. Yunan mutfağı da öyle, iç içeyiz. Tencere yemekleri dediğimiz, annelerimizin yaptığı yemeklerde iyiyimdir. Makarna yapmayı da severim, hamurunu hazırlamayı öğrendiğim günden beri eğer vaktim varsa hamurunu da yapmaya çalışıyorum. Pizzanın da hamurunu, yoğurdu, salçalarımızı, domates konservelerimizi hep kendimiz yapıyoruz. Evde ürettiğimiz ürünlerle pişirdiğimiz her türlü yemek spesiyalimdir.
 

  • Ne güzel! Çift olarak oldukça hareketli, doğayla iç içe bir hayatınız var. Kamp yapmaya gidiyorsunuz, karavan aldınız…

Biz özgürlüğüne düşkün, bu kavramın tam olarak ne olduğunu anladığını ümit eden insanlarız. Doğanın bize verdiği bağımsızlık sayesinde sistemin, dayatılanın dışında, gerçek özgürlükle, inançla, aile bağlarıyla hayatlarına devam eden bir çift olduk. Hayati kurallar hariç kuralları yıkmaya, kural oluşturmamaya özen gösteriyoruz. İlk olarak ailede başlayan bu şartlamaları kırabildik. İkimiz de oyuncu olduk örneğin. İşte bu özgür ruhu hayatımıza ayrı dönemlerde yaymaya başlamıştık, birleşince de tadından yenmez bir hale geldi. Önce çadırla başladık, sonra karavana geçtik. Karavanımızın içi yedi buçuk, sekiz metre ama mutfağımız, duşumuz, her şeyimiz var. Güneş enerjimiz var, bu sayede kimseye bağlı olmadan elektrik ve su üretebiliyoruz. Doğada mutlaka bir su kaynağı da buluyorsunuz, onu arıtmak için yöntemlerimiz, temizliğini kontrol edecek aparatlarımız var. Küçük erzaklar dışında yanımıza hiçbir şey almıyor, karnımızı bile bazen doğadan doyuruyoruz. Her şeyi kendimiz yapıyoruz, karışanımız yok. İlk turumuz çok cesurcaydı, İsviçre’ye gittik. Seyahatimiz 33 gün sürdü, 11 kamp yerinde kaldık, Como Gölü’nden Lugano’ya çıktık, İsviçre Alpleri’ne kadar gittik ve farklı rotalardan geri döndük. Geçen sene de Akdeniz, Ege ve Karadeniz turu yaptık.

  • Yakın gelecekteki rotalarınızı da merak ediyorum.

Önümüzdeki ilk boş dönemde Doğu’ya; Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Moğolistan’a gitmeyi, Türk yörelerini gezmeyi planlıyoruz. Buradan Moğolistan’a kadar Türkçe konuşabiliyor, anlaşabiliyorsunuz. Bu çok değerli. Biz de bunu kaydetmek, yaşayarak tecrübe etmek istiyoruz.
 

  • Vera ve Afet çekimde rol çaldılar sizden! O kadar tatlılar ki… Başka ev arkadaşlarınız da var mı?

Onların dışında dört kedimiz ve bir kuşumuz vardı ama kedilerimizden üçü maalesef göçtüler bu dünyadan. Bir tanesi de erkek tekirdi, çok serseriydi, aldı başını gitti. Şimdi evimizde bir sarı muhabbet kuşumuz var, adı Misoğlan. Vera, Afet, o, Neslihan ve ben hep birlikte yaşıyoruz. Vera ve Afet üç buçuk yaşındalar, biri iki buçuk, biri dört buçuk aylıkken geldi. Hayvanlarımızın
hepsini sahiplendik, satın almıyoruz.
 

  • Vuslat dizisinde canlandırdığınız Aziz karakteri otoriter bir kişilik, aile şirketinin veliahtı. Nasıl çözümlüyorsunuz Aziz’in zayıf ve güçlü yönlerini?

 Aziz’in zayıf görünen yönü insani ilişkiler ama aslında zayıflığını bilen birinin bunu avantaja çevirme hali var onda. İnsan zayıf yerini bilirse orası artık zayıf olmaz. Benim de zayıf gördüğüm ve çok zorlamadığım yerlerim var açıkçası. Güçlü tarafıysa çok inançlı olması. Bu ilk başta güce, ekonomik sınıfa duyduğu bir inanç ama neye olursa olsun, eğer inandığınız bir şey varsa o sizi yukarı taşıyacaktır. O yüzden bu anlamda bence zayıf yönü yok. Aşkla beraber insani ilişkileri doğal bir seyre giriyor, ilahi bir aşkla da buluşunca iyice çetrefilli bir yol oluyor onunki. Bunlar hep kendini tanıyabilmesi ve daha fazla güçlenebilmesi için yaşadığı şeyler.
 

  • Haldun Dormen ve Göksel Kortay’ın birlikte yazdığı, Kortay’ın yönetmenliğini üstlendiği Amiral Battı Kaçıyorusss oyununuz da başladı. İlk kez tiyatro sahnesinde görüyoruz sizi. Hazırlık süreci nasıl geçti?

Ben tesadüfe hiç inanmam, hayata bakış açım bu. Göksel Hoca’yla Londra’da tanıştık, ikimiz de başka işler için oradaydık. Bir şekilde buluşabildik, hayattan, politikadan, gündemden konuştuk ve birbirimizi çok sevdik. O zaman tiyatrodan hiç bahsetmemiştik. Bir yıl sonra beni aradı ve bu oyunun hazırlığında olduğunu, yer almak isteyip istemediğimi sordu. Çok onore oldum, o aradığı an zaten kabul etmiştim sadece bunun farkında değildim. Senaryoyu okuyunca çok sevdim. Uzun zamandır tiyatroya adım atmak istiyordum. Bana göre oyunculuk sinema, dizi ve tiyatro oyunculuğu olarak üçe ayrılmamalı. Oyuncu oyuncudur, nerede görev verilirse gidip yapmalı. Oyunculuğa aşkım komedyenleri izleyerek başladı, komediye yatkınlığım da var o yüzden. Geçen hafta ilk gösterim vardı, kalp atışımdan partnerimin sesini duyamayacak kadar heyecanlıydım. Ben herhalde gerçek mesleğimi buldum, öyle görünüyor.
 

  • Sanırım seyirciyle bire bir diyalog içinde olmak etkilemiş sizi.

Evet. Ama hiç kolaymış gibi bahsedemem, çok çalışmanız, tüm dikkatini vermeniz gerekiyor. Biz yaklaşık iki buçuk ay prova yaptık. Göksel Hoca harika bir rejisör, vodvil denen bir tür oynuyoruz; nabzı hiç düşmüyor, zamanlaması ve metni saliselik. O yüzden zor sayılabilecek bir oyunla başlayıp izleyicinin tepkisiyle iyi bir iş çıkardığımızı gördüm. Olumlu eleştiriler aldık, bu beni çok mutlu etti.

  • Sporun farklı dallarıyla ilgileniyorsunuz, binicilik, snowboard, kano… Bu ara vakit ayırabiliyor musunuz ya da nasıl değerlendiriyorsunuz boş zamanlarınızı?

Çok yoğun bir tempom var, doğa sporlarına düşkün olsam da bu ara fazla vakit ayıramıyorum. Gerçi tiyatro sahnesi de ciddi bir spor sayılmalı aslında, çok terliyorsunuz, ciddi bir nefes disiplini gerekiyor. Tiyatroya başladığımdan beri sabahları tempolu yürüyüşler yapıyorum, o kadar spor yapmama rağmen ilk zamanlar nefesim yetmedi. Bunun dışında boş zamanlarımda ağaç oyuyorum. Masa, sandalye yapıyorum. Reçine yapıp kalıplara döküyorum, tahta yontuyorum. Evde bahçeyle ilgilenmeyi seviyorum. Kitap okumayı çok seviyorum. Tamamen amatörce enstrüman çalıyorum; bağlama, bendir, piyano… Uda heves ettim bu ara, onunla uğraşıyorum. Notaları kendim çıkarmaya gayret gösteriyorum. Biz elle tutulur bir sonuç elde ettiğimiz bir meslek yapmıyoruz. Bu insanda ciddi bir boşluk yaratabiliyor. O yüzden elle tutulur zevkleri olan biri haline geldim. Bu gibi şeyler yapınca elle tutulur bir şey çıkıyor ortaya, o da ruhta ve bilinçteki boşluğu doldurabiliyor.
 

  • Çok mutlu bir evliliğiniz var, bir o kadar da göz önünde. İki insan birbirlerine ne kadar aşık da olsalar aynı evi, hayatı paylaşmaları kolay olmasa gerek. İşin sırrı ne?

Sürekli alesta olmak. Bunun bir dengesi yok, dengesizlik işi. Düşünürseniz doğada da denge yok. Çok soğuk ya da çok sıcağa gitmek insanın bedeni, bilinci için bir denge değil. Ama ikisinin ortasında durduğunuz zaman bu tercihli bir denge oluyor. İki insan da bir araya geldiği zaman da denge değil dengesizlik ön planda. İnsan dediğiniz şaşar; öyle zamanlarda şaşmayan taraf o dengesizliğin farkına varıp rabıtayı sağlayacak. Atatürk’ün, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü çok değerli, onu yanlış değerlendiriyoruz sanki. Ben kendi bedeninde sulh olarak bakıyorum buna. Eğer bu bedende yani bu yurtta sulhu sağlarsam, çatışmaları görür, barışı sağlamak için elimden geleni yaparım. Aynı evde ister eşinizle, ister arkadaşınız ya da ailenizle yaşayın; eğer sulh istiyorsanız önce kendinizle sağlayacaksınız bunu. Bizim hanemizdeki formül bu. İkimiz de birbirimizi hep uyanık tutmaya çalışıyoruz.
 

  • Hakkınızda yazılanları okur, etkilenir misiniz yoksa yıllar size bunları önemsememeniz gerektiğini öğretti mi?

İlk işim Küçük Sırlar’dı, o zaman sadece Twitter vardı ve o gaflete düştüm. Sonra telefonumdan sildim, geri yüklemem çok zaman aldı. Yüz yüze olduğumuz zaman aldığımız iltifatlar ya da eleştiriler daha dürüst ve doğru. Çünkü eskiden ağzı olan konuşurdu, şimdi klavyesi olan konuşuyor. Yine de arada bir okuyorum, değer verdiğim sahnelere, cümlelere insanlar ne demişler, ne anlamışlar bilmek için yorumlara bakıyorum. Kişisel olarak ise çok kötü bir sosyal
medya kullanıcısıyım, beni genelde hep Neslihan itekler, “Bu fotoğrafı paylaş,” ya da “Bak ne güzel konuşuyoruz, bana söylediklerini herkes bilmeli, yaz bunları,” der. Kitap yazmam gerektiğini de söylüyor. İşin özü; siz doğru yaptığınıza inanıyorsanız, bir gerçeğe kendinizi bağladıysanız ondan şaşmamanız gerek.
 

  • InStyle Türkiye olarak bu sayıyı doğa bilinci ve sürdürülebilirliğe ayırdık. Bu bilince fazlasıyla sahip biri olarak siz neler söylemek istersiniz?

Sürdürülebilirlik doğanın en büyük yeteneği ama insan açısından bakarsak da daim olabilme yeteneğidir. Daim olabilme yeteneği de ancak bilgi aktarımıyla olabilir. Çünkü bu dünyada insan eliyle yapılmış hiçbir şey daim değildir. İnsan eliyle yapılmış bir şey daim değilse neden sürdürülebilir olsun? Zaten doğadaki her şey kendi yarattığı dengesizlikle sürdürülebilir bir halde. O nedenle bana göre sürdürülebilirlik açısından en değerli, en yatırım yapılması gereken ve miras bırakılabilecek yegane şey de bilgi. Biz birbirimize para, mülk, evler bıraktığımızı düşünüyoruz ama gerçek miras bu
değildir. Gerçek miras bilgidir. Bilgi demek kültür demek, kültürün zenginliği demek. Bu bir bilinç midir, yaşam tarzı mıdır, öğrenilebilir, aktarılabilir, sürdürülebilir bir şey midir? Bunun insanlar tarafından düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Biz elimizden geldiğince bu bilinçte yaşamaya çalışıyoruz. Gittiğimiz yerlerde insan eliyle üretilmiş çöpleri bırakmıyoruz. Bir yerde çöp buluyorsak, onu oradan arındırıyoruz. Elimizden geldiğince doğal beslenmeye, kendi ürettiklerimizi tüketmeye çalışıyoruz ve insanları bu anlamda bilgilendirmek için neredeyse tüm Türkiye’yi karış karış geziyoruz. Üniversitelere gidiyoruz, sivil toplum kuruluşlarıyla dirsek temasında çalışıyoruz. Gençlerin ve çocukların eğitimine katkıda bulunmak için, bu bilinçle yetişebilmeleri için bilgi birikimimizle ve varlığımızla elimizden geldiğince destek olmaya uğraşıyoruz. Doğa alternatif değil. Bizim yaşantımızı sürdürdüğümüz bu şehirler insanın yarattığı bir alternatif. Doğa; kaynak ve asıl merkez. Ona iyi bakmalıyız. Şehir dediğiniz de o doğanın içerisinde. Sadece vahşi hayat veya bitki türleri yok şehirlerde, bina yapabilmek için insan eliyle yok edilmiş. Bu nedenle burası alternatif yaşam. Doğaya alternatif gözüyle baktığımız sürece içselleştiremeyiz ve onu koruyamayız. Doğa bizim merkezimiz, tazelendiğimiz yegane kaynağımız.
 

  • Kişisel olarak yeni yıldan beklentiniz, dileğiniz nedir?

Ben tesadüfe inanmadığım gibi gelecekle ilgili bir tasarrufta bulunmaya da inanmam. Ama ümide inanırım. Dün geçmiş, takılıp kalmamak lazım. Bir dakika sonra ne olacağını biliyor muyuz? Eğer bilmiyorsak bunun için endişe etmeye, saatlerce düşünmeye gerek yok. İnsanın tek yapacağı şey ümit etmek. Güzellikler galip gelsin, çirkinlikler mağlup olsun. Her yeni gün, her yeni saniye herkes için en hayırlısı, güzeli olsun.
 
 
Yazı: Eylül Solakoğlu
Fotoğraflar: Erman İştahlı
Styling: Zeynep Soylu

 

İlgili Makaleler