Türkiye onu ilk olarak Survivor’la tanıdığında 21 yaşındaydı Murat Ceylan (22. doğum gününü adada kutlamıştı hatta). Star ışığı denen ve pek azlarına armağan edilen o pırıltı daha çocuk yaşında göstermiş kendini Ceylan’ın hayatında. Sadece iki yaşındayken müziğe olan sıra dışı yeteneği keşfedilmiş, hala da kendini her şeyden önce müzisyen olarak tanımlıyor zaten. Bugüne kadar gelen oyunculuk tekliflerini reddetmesinin sebebi de hep müzik olmuş; sesinin, yazdığı şarkı sözlerinin ve melodilerinin dünya çapında bilinir olmasını istiyor ve bunun için çok çalışıyor. Şimdilerde ise gerçeklerle yüzleştiğini söylediği bir dönem geçiriyor, ayrıcalıklı bir hayatı olduğunun farkında, kendi ayaklarının üstünde durması gerektiğinin de, sonunda oyunculuğa evet demesi de bundan. Belki babasının Rus olmasından, belki çok seyahat etmesinden, bir farklılık var Ceylan’da, sadece samimiyet olarak tanımlamak yanlış olur, oyundan uzak bir oyuncu, kurallarla işi olmayan, kendi hikayesinin kahramanı.
Sizi tanıyabilir miyiz kısaca?
Öncelikle baba tarafım yabancı ve anne tarafım da göçmen. Kendi ailemin içinde yaşadığım dünya, yetiştiriliş biçimim ve ortamım daha çok “Evet biz Türk’üz, Türkiye’nin içinde yaşıyoruz, İstanbul’un içinde yaşıyoruz ama bir o kadar da aslında yurt dışında yaşıyoruz,” gibi bir hayattı. Örneğin üniversitede Londra’ya gitmem; daha sonra bölümümü tamamlamadan yarım bırakıp dönmem bunun bir göstergesi. Açıkçası kendimi iyi hissetmiyordum o bölümde, yani yeterli hissetmiyordum.
Survivor maceranızdan bahsetmenizi istiyorum, nasıl oldu da kendinizi orada buldunuz?
Survivor’a katılayım da oradan ünlü olayım diye bir düşüncem yoktu, olsaydı da bunda hiçbir sakınca görmüyorum. Benim üvey babam Acun ağabeyle (Ilıcalı) çocukluk arkadaşı. Ben Survivor’a küçüklüğümden beri gitmek istiyordum. Acun ağabeye de hep söylüyordum, ama o zamanlar yaşım tutmuyordu. E bir de onun bir hak paylaşımı var kendine göre.
Peki oyunculuğa nasıl başladınız?
Albümü yapma kararı aldım. Dedim ki, “Ben bu ülkede bir şeyleri değiştirebileceğime inanıyorum”.Çıktım, istediğim patlamayı yaratmadım. Zaten bekliyordum bu sonucu, bir B planım da vardı. Kendimi ailesinden para alan, sevdiği işe arsızca yatıran bir çocuk durumuna dönüşüyormuş gibi hissettim. 25 yaşındayım ve kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek istiyorum artık. Bu arada çok dizi teklifleri geliyordu ve ben de diyordum ki, “Arkadaşlar ben oyuncu değilim. Yetenek olabilir bir şey olabilir belki ama ben oyuncu değilim müzisyenim”. Sonunda menajerimle oturduk konuştuk, bir şeyler öğrenebileceğim doğru projenin peşine düştük ve Familya çıktı karşıma. Uğur ağabeyin (Yücel) isminiduyduğumda çok heyecanlandım, iki cümlesiyle bana şekil verdi ve çok şey kattı. Onlar bende farklı bir kapı açtılar ve “iyi ki başladım” diyorum şimdi.
Londra detayı bir tesadüf müydü peki?
Evet tamamen şans! Ben de Ateş gibi sanatçı ruhluyum, fotoğrafçı değilim ama müzisyenim. Ayrıca fotoğraf çekmeyi de çok seviyorum. Zamanla özdeşleştim rolümle. Senaryoda yaşanan olayları içselleştirmek ve ortaya doğal bir oyunculuk koymak ise tabii ki hiç kolay değil ve tecrübe istiyor. O da neyse ki yavaş yavaş oturuyor. Setin ilk günü, dedim ki, “Arkadaşlar ben oyuncu değilim. Sizden tek ricam lütfen bana yardımcı olun. Ben buraya gelip birçok insanın hayalini engelleyip, yolunu tıkamış birisi olarak yanınızda yer almak istemiyorum”. Onların da hoşuna gitti bu içten ve egosuz tavır sanıyorum ki, ilk günden beri hep yanımdalar, destek oluyorlar yorumları ve önerileriyle.
Röportajın ve çekimin devamı InStyle Kasım sayısında!