Yağmur duası yaparak başladığımız bir çekim günü daha… Tutturmuşuz ki yağmadı, bu yaz günlerinde eşine az rastlanır tatlı bir serinlik ve aydınlık eşlik etti onun yerine karelerimize. Sonra Hakan Kurtaş geldi, leziz filtre kahvelerimiz eşliğindeki sıcak sohbetimiz el sıkıştığımız an başladı, ışığı sevdik, mekanı sevdik, zaten aynı dizileri de izliyor, seviyormuşuz, değmeyin keyfimize. Temmuz ayında yayın hayatına başlayacak olan ve bir gençlik hikayesinin anlatıldığı Dolunay dizisiyle televizyona geri dönen Kurtaş, hızlı çağımızın tüm gerektirdiklerini aynı bedende toplayan çok yönlü bir sanatçı. Kariyerine tiyatroyla adım atan genç oyuncu, dizi ve sinemadaki akılda kalıcı rollerinin yanı sıra çok sevdiği müzik çalışmalarını ve resim yapmayı da hiç aksatmadan sürdürüyor. Kurtaş’ın üzerinizde bıraktığı en belirgin etki, belki de bu genç yaşından beklenmeyecek kadar dingin olgunluğu ve farkındalığı…
Neden Dolunay? Bu işi diğerlerinden farklı kılan ve tercih etmenize sebep olan neydi?
Eğlenceli bir hikaye olarak başlayıp, dramatik bir yapıya dönüşüyor. Karakter bazlı düşündüğümde, benim için çok iyi olacağını düşündüm bu değişimin. Aynı yolda asla karşılaşamayacak insanların karşılaşma hikayesini izleyeceğiz aslında. Hem aşk hem hayat düzeni içinde kendilerine yer bulmalarını anlatıyor hikaye. En çok da senaryodaki tezatlıklar ilgimi çekti.
Dizinin kısa özetinde sanatçı ruhlu bir karakteri canladıracağın yazıyor. Nasıl biri Deniz?
Tutku duyarak bir şeyler yapmaya çalışan biri Deniz. Sanatçı adayı olduğunu söylüyor, benim gibi o da bir yandan bir şeyler çiziyor. Benden farkı ise hislerini daha uçlarda yaşıyor oluşu, gerçek hayatta böyle yaşamak çok yıpratıcı ve sürekliliği de yok. Fakat oyuncu olarak benim için çok ilgi çekici. Yıkıcı ama aynı zamanda yapıcı ve sürprizli bir karakter Deniz.
Senin müzikle aran çok iyi, nasıl başladı bu ilişki?
Biz konservatuvarda okurken yakın arkadaşım Efe’yle birlikte müzik yapmaya başladık okulda, yavaş yavaş izleyici kitlemiz büyüdü ve bu işin biraz daha üstüne eğilmemiz gerektiğini anladık. Şimdi evde yarı profesyonel bir stüdyom var, hiç de fena olmayan kayıtlar yapmamıza imkan tanıyor. Bugünlerde kendi bestelerimizi yapıp söz de yazmaya başladık.
Her şeyden önce kendini oyuncu olarak mı niteliyorsun? Bunca ilgi alanının içinden tek birini çekip çıkarmanın gerekliliğine inanıyor musun diye sorayım ya da…
Sanırım ben buna içgüdüsel olarak karar verdim. 18 yaşındaydım, çiziyordum, çizdiklerim mizah dergilerinde yayımlanıyordu, ama karşılığını daha net aldığım için olacak belki, oyuncu olmak istediğimi anladım. Bazen öyle bir his gelir ya insana, doğru yolda olduğunu bilirsin. Ben de oyunculukla ilgili bunu hissettim.
O kadar erken yaşta bunu yakalamak ne kadar güzel…
Bir yandan da okulda her gün aynı kaderi paylaşan 40 kişiyle birliktesiniz. Bu da daha hızlı anlamanıza yardımcı oluyor sanırım.
Peki bu 40 kişinin arasından sıyrılmak için en önemli faktör nedir? Şans ne kadar rol oynuyor?
Bence yaptığımız şeyi, nasıl sevdiğimiz önemli, ne yapıyor olursak olalım… O zaman elde ettiğiniz başarının bir anlamı oluyor. Nereden tutunduğumuz önemli diye düşünüyorum mesleki olarak. Tabii ki doğru zamanda doğru yerde bulunmanın da önemi çok büyük bu kalabalık dünyada ki, benim de hayatım bir tiyatro oyunuyla değişti.
Bu arada seni iki yeni filmde izlemek üzereyiz, biraz onlardan bahsedebilir misin?
İlki Bölük, 13 Ekim’de vizyona girecek. Beni bu filmle ilgili en çok etkileyen şey çok insani bir hikaye anlatıyor ve anlattığı dokuz karakterin dokuzunun da çok gerçek hikayelerinin, geçmişlerinin oluşu.
Senin canlandırdığın karakter nasıl biri peki?
Murat adında bir keskin nişancıyı oynuyorum. Ekipten daha kopuk, komando timinde operasyonlara giden, işinde çok başarılı bir keskin nişancı. Hayatta kalma içgüdüsü çok yüksek, işini çok iyi yapmak zorunda, ama aynı zamanda sonucunu da çok sorgulayan bir insan.
Karikatür ve çizim ilgine de değinmek istiyorum. Acaba seni annenin resim öğretmeni olması mı yönlendirdi?
Hem o hem de babamın Gırgır koleksiyonu bana bu sevgiyi aşıladı. İlkokuldaydım, annem resim öğretmenliği bölümünü kazandıktan sonra müzik açıp elime de boya kalemleri ve kağıt vermiş, içimden geleni çizmemi, illa da bir şeye benzetmeye çalışmamamı söyleyip beni kendi halime bırakmıştı. Meğer onun okul ödeviymiş, bir çocuğa müzik eşliğinde resim çizdirmek (gülüyor).
Seni kullanmış desene (gülüyoruz)!
En kolay ödevi bu oldu herhalde. Sonra mizah dergilerinde gördüğüm, sevdiğim karikatürleri taklit etmeye başladım, dergilere gönderdim ve birkaç yerde de yayımlandığını gördüm. Sonra aktörün de karikatüristin de gece çalıştığını ve bu iki işin bir arada yürüyemeyeceğini fark ettim. Aktör olarak daha başarılı olduğumu anladım sanırım bu süreçte. Şimdi çizmeye devam ediyorum, hala müzik açıp kendimi serbest bırakmaya çalışarak.
Spor yapıyor musun?
Son bir buçuk senedir düzenli olarak yapıyorum. Öncesinde bir tiyatro oyunu için boks çalışmıştım, çok yoğun bir dönemdi.
Boksun ritmik bir yanı da var, dans gibi…
Hep onu söylerler zaten, “Durma dans et,” derler antrenman sırasında. Vücudun hep hareket halinde olması çok güzel bir şey. Koşu bandında koşamıyorum ben, yürümeyi gündelik hayatın içinde çok seviyorum ama kapalı bir alanda duvara bakarak koşmak ya da yürümek çekici gelmiyor.
İstanbul’la aran nasıl peki?
Üniversiteden beri artık bayağı bir zaman oldu ama… İyi aramız (gülüyor). Bir yeri ya da bir durumu kabullenirsin, onu olduğu gibi sevmeyi öğrenirsin ya, bizim de ilişkimiz öyle İstanbul’la şu noktada.
Sokaktaki insan seni tanıyor mu peki? Ünlülük müessesesiyle nasıl aran?
Çok iyi bir durumdayız onunla da (gülüyor). Tanıyorlar, “Tanıdım ama çok da girmeyeyim alanına,” gibi bir haldeler. “Siz, şeydeki şey değil misiniz?” demişti biri son diziden önce mesela (gülüyor). Televizyonla birlikte artıyor popülerlik. Ama ben bir oyuncu olarak marka bir isim olmaktan korkuyorum.
Sadece belirli rolleri oynamak zorunda kalacak olmak mı korkutuyor seni yoksa magazinin üzerinde yaratacağı baskı mı?
Daha çok ikincisi, kısıtlanmayı istemem çünkü. Magazinsel durum nerede dolaştığınızla da ilgili tabii, onu engellemek mümkün.
Geçen sene kameralara ailenle denize girerken yakalanmışsınız?
O kadar komikti ki, bir de alakasız bir yerden giriyoruz. Gümüşlük’e gitmiştik, bir anda, “ Mayomuz üstümüzde madem,” deyip karar verdik girmeye. Çok da denize girilecek bir mevsim de değildi, onlar da şaşırdı muhtemelen (gülüyor).
Müzik, resim, oyunculuk, bunun dışında tutkun olan bir şeyler var mı?
Seyahatle aran nasıl mesela? En çok istediğim şeylerden biri. İki ayrı listem var. İlki, Avrupa ve İskandinav ülkeleri. İkinci liste daha fantastik: Hindistan, Bali, Brezilya Arjantin…
Sadece seyahat edebilsek keşke değil mi?
Diziyle çok zor tabii, her şey o kadar son dakika ki… Bir anda bakıyorsun dört gün boşluğun olmuş, artık ne organize edebilirsen… Gittiğim yerlerde kendimi hep şunu düşünürken buluyorum bir de, neresi olursa olsun, “Ben burada yaşayabilir miyim? Burada hayat nasıldır?”. O yüzden alakasız yerlerde çok uzun saatler geçirdiğim oluyor. Barselona’da bir şarküteriye girdim mesela, ben İspanyolca bilmiyorum, satıcı İngilizce bilmiyor, ama bir şekilde anlaşmayı başardık karşılıklı olarak el kol yordamıyla. Tam da istediğim peyniri ve jambonu almayı başarıp çıktım oradan yarım saatlik lezzetli bir sohbetin arkasından.
Son soru, mesleğinle ilgili hedeflerin nedir?
Kamera arkasına geçmek var mı planlarının arasında? Bir oyun, dizi ya da filmin, dünyanın herhangi bir yerindeki bambaşka insanlar tarafından izlenilmesi ve beğenilmesi. İşimle ilgili beni en çok heyecanlandıran dürtü bu. Hikayelerin paylaşılmasının çok anlamlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Ayrıca evet, benim de yazdığım bir şeyler var, tiyatro oyunu olarak başladım ama film senaryosuna dönüştü.
Sen de oynayacak mısın peki?
Fazla karakterli de bir iş, evet, kendim de birini canlandırmak isterim tabii.