Miami’de büyüyen, sonrasında New York ve şimdi de Paris’te yaşayan bir Kolombiyalısınız. Bu şehirler estetik anlayışınızı nasıl etkiledi?
Sanatçı bir aileden geliyorum, Kolombiya’da muhteşem bir doğanın sarmaladığı bohem bir çevrede büyüdüm. 90’ların başında Miami’ye taşındım ve tüm ergenliğim orada geçti. Modayı South Beach’e gelen harika modeller, fotoğrafçılar ve sanatçılar vasıtasıyla keşfettim. Daha sonra, tasarımcı olarak hayallerimden biri olan ve moda şovu gerçekleştirmeye başladığım New York’a taşındım. Yaklaşık 10 yıldır da Paris’te yaşıyorum. Her bir deneyimin hayatıma ve işime yansıttığım farklı bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Bence moda dilimi bu şekilde oluşturdum.
Bir röportajınızda her koleksiyonunuzda hayatınızdaki kişisel deneyimlerden ilham aldığınızı söylemişsiniz. Sonbahar-Kış 2018/19 koleksiyonunda karşımıza ne çıkıyor?
İlhamım çoğunlukla yaz rotalarının kış aylarında nasıl bir dönüşüm geçirdiği, daha kasvetli ve karanlık olduğu üzerine; bu yüzden bir plaj şenliği ateşinin önünde birçok kalın palto, sweatshirt elbiseler ve kaşmir pantolonlar şeklinde düşünebilirsiniz. Arkadaşlarımın evlerinden de etkileniyorum; dünyanın her yerinden toplanmış eksantrik halılar, objeler ve mobilyalar kendi sıra dışı hikayelerini yaratıyorlar.
Yıllar boyunca koleksiyonlarınızı Paris’te sundunuz, fakat sonbahar sezonu için New York’a dönüş yaptınız. Bunun arkasındaki fikir neydi?
New York benim için her daim çok önemli bir şehir oldu. Hala o şehre bir bağ hissediyorum, bu yüzden tek bir şov için bile olsa geri dönmek istedim. Eğer New York’un bana kattıkları olmasa Paris’te barınamazdım.
New York Moda Haftası kapsamında koleksiyon sergileyen en genç tasarımcı oldunuz. Bu süreçte öğrendiğiniz en büyük ders neydi?
Bu asla unutamayacağım bir deneyimdi. Çok spontane gelişmişti, üzerimde hiçbir baskı yoktu, belki de o kadar genç olduğum için böyle hissetmişimdir. Çok fazla hata da yaptım. O yüzden şimdi, daha olgun ve markasını inşa eden biri olarak baktığımda bence erken başlamanın en büyük avantajlarından biri öğrendiğim her şeyi şu an ne istediğim konusunda bana rehberlik etmeleri için kullanabiliyor olmam.
2007’de kendi moda markanızı geri plana atarak Emanuel Ungaro modaevinde çalışmak için Paris’e taşındınız. Bu deneyim kendi markanız konusunda size neler kattı?
Ungaro’daki deneyimim hayatımdaki en muhteşem ve zenginleştiren tecrübelerden biriydi. Harika insanlarla, atölyelerle, fabrikalarla çalıştım; şehirden ne kadar beslendiğimden bahsetmiyorum bile! Yetişkin olmayı, yeteneğimi ve bir modaevini yönetmeyi anlamamı sağladı. Orada geçirdiğim iki yılın ardından Paris’te kalmaya ve markamı yeniden başlatmaya karar verdim.
O dönem yarattığınız iş modeli zamanının çok ötesindeydi, ‘şimdi gör hemen al’ konseptinden çok önceydi. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Her şey Net-a-Porter iş birliğimle ve Natalie Massenet’ten aldığım mentorlukla başladı. Günümüzde çalışmanın yeni yollarını yaratan, artık kuralların olmadığı fikrini keşfeden yeni bir jenerasyon dalgası var. Ben de tam da bu fikirle müşterilerimin taleplerine cevap vermenin yeni yollarını bulmak istemiştim. Dünya çok hızlı gelişiyor, tüm bu yeni trendlere ve düzene ayak uydurmamız gerekiyor. Mevsimler hala önemli, ama artık mevsimselliğin ne olduğunu yorumlamanın yeni seçenekleri olduğuna inanıyorum.
Röportajın tamamı ocak sayısında.
Hazırlayan: Eylül Solakoğlu
Instagram: @eylulsolakoglu