New York Moda Haftası’nın bu yılki en iyilerinden Tommy Hilfiger Sonbahar-Kış 2024 defilesi öncesinde Amerikan modasının duayen tasarımcısıyla 50 yıllık kariyerini konuştuk.
Moda dünyasının vizyoner isimlerinden Tommy Hilfiger, cesur kararlarla şekillendirdiği yarım asırlık kariyerinden ve kendi yaşamından kesitler paylaşarak geleceğin modacılarına ilham kaynağı oluyor. 15 yıl önce bir ödül töreni için Türkiye’ye geldiğinde tanıştığım bu ilham verici adamla 15 yıl sonra markanın Madison Avenue’deki merkez ofisinde sabahın ilk randevusu olarak karşılaşmak çok heyecan vericiydi. “Sıfırdan zirveye” hikayesini anlatırken gözlerindeki çocuk heyecanını görmek de tam bir ilham kaynağı.
Moda yolculuğunuz nasıl başladı, tasarımın “sizin işiniz” olduğunu ilk ne zaman hissettiniz?
1969’da, henüz 18 yaşında bir genç olarak kendi mağazamı açmamla başladı. O dönemde kot pantolonlar genellikle çok yüksek belliydi. Ben de yeni kot pantolonlar tasarlamak istiyordum, çizimlerime güveniyordum ve en az jean markaları kadar iyi iş çıkarabileceğime inanmıştım. Hatta belki de daha iyisi, neden olmasın? Tasarıma olan ilgim, mağazamı açmadan önce başlamıştı aslında. Evlerinde dikiş makineleri olan kadınlarla birlikte çalıştım, kot pantolonları dikme görevi onlardaydı. Daha sonra bu ürünler çok sevildi ve 1970’te kendi markamı oluşturma kararı aldım. Tabii ki, bu kararıma karşı çıkanlar oldu. Çok fazla paraya ihtiyacım olduğunu, tasarım okuluna gitmem gerektiğini, üretimden anlamadığımı söylediler. Ancak ben kararlıydım, bilmediğim konuları bilen insanları işe alarak tüm bu sorunları halledebileceğime inanıyordum. Ve gerçekten de öyle oldu. İlk markam olan Tommy Hil ile başladım ve daha sonra başka şirketler de kurdum. Nihayetinde, 1985’te Tommy Hilfiger’i başlattım.
Klasik Amerikan görünümü haline gelen “prep look”u da siz icat ettiniz. Amerikan tarzını uzun yıllar boyunca tanımlayan bu stil hakkında neler söylemek istersiniz
Aslında prep tarzı zaten vardı ama çok sıkıcıydı. Ben onu daha heyecanlı, eğlenceli ve cool hale getirmek istedim. O dönemde havalı insanlar prep stilini pek tercih etmiyordu. Kalıplar yanlıştı, oranlar ve kumaşlar da öyleydi. İlk koleksiyonumu tasarlarken, giymek istediğim her şeyi içeren bir koleksiyon olmasını istedim. Chino pantolonlar, oxford-polo gömlekler, golf ve yelken ceketleri… Tam olarak kendim giymek istediğim parçalar. Oversized, rahat ve cool.
Moda dünyasındaki en uzun kariyerlerden birine sahipsiniz, neredeyse 50 yıl. Bu süreçte nelerin değiştiğini ve nelerin aynı kaldığını düşünüyorsunuz? Moda sektörüne yeni girenler nelere dikkat etmeli?
Moda her zaman değişir ve dönüşür. Ancak bu değişimler döngüsel bir yapıya sahiptir, geçmişe ait her şey tekrar popüler hale gelebilir. Klasikler zamansızdır ve asla modası geçmez, yalnızca değişirler. Oran, uyum ve detay değişmez unsurlardır. Bu nedenle, sürekli olarak günümüz trendleriyle paralel hareket edebilmek için çaba gösteriyorum. Kalite ve uyum, modanın evriminde çok önemlidir. Aynı zamanda doğru fiyatlatlandırma da kritiktir. Ürünleriniz için doğru fiyatı belirleyerek işinizi büyütebilir ve daha geniş bir kitleye ulaşabilirsiniz. Ben, sadece sınırlı bir kesime hitap eden ve çok pahalı giysiler sunan küçük bir markam olmasını istemedim, geniş bir kitleye sahip olmak istedim.
Amerikan yaşam tarzında o zamandan bu yana en çok neler değişti?
Çok şey! Amerikan yaşam tarzı evrim geçirdi ve insanlar moda konusunda çok daha bilinçli hale geldi. Önceleri Avrupa moda sahnesinin başrolü olarak biliniyordu ancak şimdi Amerika’nın da sırası geldi. Daha farklı, daha rahat bir moda anlayışından bahsediyorum. Spor hayatımızda önemli bir yer kaplamaya başladı ve ben de bu aktivitelerden aldığım ilhamı koleksiyonlarıma yansıttım. Amerikan beyzbolu, basketbol, futbol gibi sporların izlerini klasik Amerikan yaşam stiline uygun şekilde dönüştürdüm ve ürünlerime yansıttım. Ancak tabii ki her bölgenin kendine özgü bir tarzı var. Örneğin, Kaliforniya’daki giyim tarzı New York’tan tamamen farklıdır. Ortak nokta ise hepsinin casual olmasıdır. Son 50 yılda, dünya genelinde giyim konusunda daha rahat bir tutum benimsenmeye başladı. Eskiden hepimiz uçağa binerken bile şık giyinirdik, ancak şimdi havaalanlarında insanların çoğunu eşofmanlar içinde görmeniz mümkün. Hatta terlikle! Bana göre moda bu noktada yanlış gbir yöne gitti çünkü bu tarz hiç çekici değil.
Amerikan modasının geleceğinde karşılaşacağımız en iyi şey ne?
Bence insanlar lüksü seviyor ancak çoğu insan Louis Vuitton, Prada ve Gucci gibi markaları maddi açıdan karşılayamıyor. Ben, koleksiyonlarımı kalite, detay ve tasarım açısından geliştirdikçe yeni bir müşteri kitlesi oluşturabileceğime inanıyorum. Yüksek kaliteli görünümler arayan ancak üst fiyat segmentindeki lüks moda markalarını karşılayamayan kişilere hitap edeceğim. Bu markalarda satılan ürünlerin benzer versiyonlarını daha ulaşılabilir fiyatlarla sunabilecek markalar da bulunabiliyor. Kalite ve fiyat konusunda uyumlu ürünler, muhtemelen gelecekteki modanın en iyi yönlerinden biri olacak.
Aile hayatınız da çok merak ediliyor. Her zaman ailenizle yakın ilişki içinde oldunuz. Aile kavramı size ne ifade ediyor?
Benim oldukça büyük bir ailem var. Sekiz kardeşim ve yedi çocuğum var. Ailem, benim varoluşumun özü. Çocuklarımı okuldan alıp götürürüm, hepsiyle her gün konuşurum ve hayatlarına mümkün olduğunca dahil olmaya çalışırım.
Aile demişken, eşinizin yarı Türk olduğu biliniyor. Sık sık gidip geliyorsunuz, özellikle yazları Türkiye’de geçirmeyi seviyorsunuz. Türkiye ve Türk tasarımcıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin Avrupa ve Asya’nın kesiştiği bir nokta olması harika. Modanın burada yarattığı pazar alanını seviyorum, bunun yanı sıra kültürel olarak da insana çok şey katıyor. Bir an tarihin ve kültürün içinde kaybolurken, başka bir an şehrin en modern tarafına uyanabiliyorsunuz. Türk mutfağı ise favorim. Türk tasarımcıları hakkında çok fazla bilgim olmasa da, çoğu kişinin modayı iyi bir şekilde takip ettiğini söyleyebilirim. Hangi tasarımcılardan giyindiklerini bilmiyorum, ancak modaya uygun giyinen insanlar gördüm ve harika görünüyorlardı.