Buraya taşınana kadar bir çok ev değiştirmiş Bengü. Diğerlerinde ona eşlik eden ev arkadaşları olmuş hep. Bu, tek başına geçtiği ilk evi olması açısından önemli onun için. Bu yüzden her detayıyla yakından ilgilenmiş. “Aslında evi çabuk buldum. Gönlümden ruhu olan ve İstanbul’un sunduğu güzellikleri yaşatan bir ev geçiyordu. Azıcık deniz görmesi yeterliydi benim için. Renove edilmiş bu üç katlı köşk aradığım kriterlere fazlasıyla uydu. Pencerelerin şekli bile burayı tutmama yetti. Hem konser sonrası eve girmeden soluklanabileceğim bir bahçesi de vardı,” diye anlatıyor evi ilk bulduğu günü Bengü. Müşterek kullanımlı köşkün giriş katında oturuyor. Ama yakında bahçeli ve tamaman kendine ait bir eve geçme planı da yok değil. “Bakınıyorum etrafa,” diye anlatmaya devam ediyor. 170 m2’lik ev, üç oda, salon, mutfak ve iki banyodan oluşuyor. “Daha önce Etiler ve Arnavutköy’de oturmuştum. Bu yakayı, özellikle Boğaz şeridini çok seviyorum. Her yere yakın.
Akşamki konser için evden saatler öncesinden çıkmama gerek kalmayacak bugün,” diyor mutlulukla. Onun bu rahatlığı bize de yansıyor doğal olarak. Eve girdiğinde tadilat yaptırmamış. “Her şey o kadar temizdi ki, ayrıca uğraşmamı gerektirecek bir durumla karşılaşmadım. Yalnız duvarları sevdiğim kese kağıdı rengine boyattım ve parkeleri cilalattım. “Oturacağım kanepenin rahat olması benim için çok önemliydi. Bu beyaz olanı kendim çizdim, arkasına da bir kitaplık ilave ettirdim. Kitaplarım önemlidir, hepsi de okunmuştur,” diyor gururla. Evdeyse vaktinin çoğu bu kanepede kitap okuyarak, yanında köpekleri Betty ve Hero ile geçiyor. Betty, oyuncu Golden Retriever, Hero ise sevimli mi sevimli Yorkshire Terrier cinsi köpekleri onun. Sabah erkenden onların uyandırması ile güne başlıyor Bengü. Peki en son hangi kitabı okudu acaba? “Canan Tan’ın kitaplarının hepsini çok beğenerek okuyorum. Hayattan gerçek hikayelere değiniyor. Eroinle Dans bu anlamda okuduğum, içinde derslerle dolu bir kitaptı.
Bence her gencin okumasında fayda var,” diye anlatmayı sürdürüyor. Bir dönem Kabala felsefesine merak sarmış. “İnsanın içindeki hayat sevincini yitirmemesi gerek. Bunun için herkes farklı enstrümanlar kullanabilir. Kimi meditasyon yapar, kimi reiki. Herkesin içinde yaratıcı bir enerji mutlaka var. Bunu dışarı çıkarmak ve korumak, işte bu önemli benim için,” diyor. O, evinde huzurlu bir yaşam seçerek bu durumu başarmışa benziyor. Zaten fiziğine de yansıtmış bu iç huzurunu. “Kendime de iyi bakarım. Pilates yapıyorum, spor hayatımda hep var olacak,” diyor. Planet’te haftanın üç günü spora gidiyor. Yemekle arası oldukça iyi. “Liseden kız arkadaşlarımla bu masanın etrafında bol kahkahalı harika yemeklerimiz olur.
İyi marine edilmiş bir et, yanında leziz bir pilav ve bol yeşil salata. Fırında kremalı biberiyeli patatesim de güzeldir,” diyor Bengü. Evde müzik çoğu zaman açık. “Her müzik dinlenir burada. Ama en çok Norah Jones herhalde,” diyor gülerek.
Modern tarzda döşediği salondaki yemek masasının hemen yanında son 10 yıla sığdırdığı ödüllerini koyduğu bir köşe var. Burada ayrıca sosyal sorumluluk projelerinde ona verilmiş teşekkür plaketleri de duruyor. “Bence bu konularda herkes duyarlı olmalı. Böbrek Vakfı ile yolum kesiştiğinde bunun önemini daha iyi anladım. Diyaliz makinasına bağlı olan hastalar beni çok etkilemişti. Elimden geldiğince bu tür vakıfların çalışmalarında yer alacağım,” diyor.
Evde koyu renk mobilyalar sevmiyor. “Ağırlıkta beyaz ve mümkünse az ve öz aksesuar olsun,” diyor. Nişantaşı Yastık mağazasından alınan Rıfat Özbek ve Erdal Karaman imzalı yastıklar da salondaki iki kanepeye güzel renk katmış. “Bunların desenlerine bayılmıştım, buraya da birden bambaşka bir hava kattılar,” diyor Bengü. Televizyon ünitesinin yanında duran gitarı ise yıllar önce Bodrum konseri zamanında satın alınmış. “Konser iptal olmuştu, tüm enstrümanları İstanbul’a yollamıştık. O gün Bodrum’da kaldık ve bir dükkandan bu gitarı almıştım. Tüm gece sahilde bize eşlik etmişti, adı da Muzaffer,” diyor gülerek. Bengü, yaşamında ona güzel anı bırakan her objeyi evine özenle yerleştirmeyi ve onların hep gözü önünde durmasını arzu ediyor. Tıpkı Selçuk’ta ziyaret ettiği Meryem Ana Kilisesi’nden aldığı heykeller ve ona hediye edilen gümüş kahve fincan seti gibi. “Bir ev bence içinde barındırdığı eşyaların güzel hatıralarıyla daha anlamlı duruyor,” diyor. Haksız da sayılmaz…
Müzik dünyasına genç yaşta adım atan Bengü, son 10 yıla beş albüm sığdırmayı başarmış çok disiplinli yaşayan bir sanatçı. Evinde vakit geçirdikçe ve hayata bakışını dinledikçe bundan iyice emin oluyoruz. İzmir Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi İşletme bölümünü kazanıp, İstanbul’un yolunu tutmuş. Bir yandan okuluna devam etmiş, bir yandan Kenan Doğulu’nun vokalisti olarak sahnelerde yer almış. “Doğulu kardeşlerle çalışmak hayatımda dönüm noktasıdır. 21 yaşında benim için iyi bir adımdı,” diye gözlerinin içi parlayarak anlatıyor o günleri Bengü ve ekliyor, “Genç yaşta böyle yoğun bir temponun içine girince evde geçirdiğim vakitler daha değer kazandı tabii.” Bir yandan da Dolce’den aldığı beyaz çikolatalı pastayı sehpaya yerleştiriyor. “Harika gözüküyor değil mi? En son doğum günü pastamı oraya yaptırmıştım,” diyor.
Biz sohbet ederken salonundaki çiçeklere şöyle bir göz gezdiriyor ve son düzenlemeleri yapıyor. Salonunun her köşesinde taze çiçekler dikkat çekiyor. “Bitkilere bakma konusunda beceriksizim, ama taze çiçek her daim var evde,” diyor. Akşam Su Ada’da bir şirketin özel gecesinde şarkı söyleyecek. Giyeceği kıyafeti seçerken, bizim fikrimizi almayı da ihmal etmiyor bu arada. “Özgür Masur’un stilini çok beğeniyorum. Adı gibi çok özgür bir tarzı var. Sahnedeyken onun kıyafetleri içinde kendimi rahat hissediyorum,” diyor. “Bir de Alexander McQueen vardı tabii,” diye ekliyor hüzünlü bir ses tonuyla.