“Bu yüzden karşılarına parlatıcımı sürmeden, küpe ve yüzüğümü takmadan asla çıkmam. Sabah erkenciyimdir. Çocuklar okula giderken ben de onlarla mutlaka ayaklanırım,” diye anlatıyor Can. İlk evliliğinden olan oğlu Engin Can ve kızı Melisa daannelerinin her an yanında en büyük yardımcılarıymış. “Kızım ben evde yokken eksikliğimi aratmaz hiç. Evi ve kardeşlerini o kadar güzel çekip çeviriyor ki,” diyor. Aklına birden annesi gelerek, “Ben de canım annemden öyle görmüştüm,” diyor gözlerinin içi hafif buğulanarak.
Onu çok özlediği sesinin değişen tonundan belli oluyor. Zaten evinde sergilemeyi tercih ettiği aksesuarlar ya annesinden ya babasından ona yadigar kalanlar. “Annem kutulara, babam kuş figürlerine çok meraklıydı,” diyen Can’ın evinde hemen her yerde bunları görmek mümkün.
Bu villaya beş yıl önce taşınmaya karar verirken çocuklarını doğa içinde, bahçeli bir evde büyütme fikrinin ağır bastığını anlatıyor bize. Daha önce yaşadıkları Nakkaştepe’deki müstakil ev de aynı mantıkla alınmış. “Orayı da çok seviyorduk ama burada okullarına daha yakınlar. Ayrıca Beykoz bana kendi çocukluğumun geçtiği yerleri hatırlatıyor, seviyorum burayı,” diyor Can. Çocukların okulda olduklarını ve az sonra geleceklerini söylüyor. İşte o zaman onun en mutlu anları başlayacak. Kapıda onları karşılayıp günün özetini almaya bayılıyor çünkü. Evde düzen ve temizlik en önem verdiği konuların başında geliyor Can için. Yemek saatlerinde herkesin evde olması çok önemli. “Ben çalışma hayatımla ev yaşantımı ayırmayı iyi başardım. Sanatçıların yorucu ve tempolu bir hayatı vardır. Ama benim için eve girdiğim andan itibaren huzur başlar. Etrafımdaki çoğu arkadaşımı bambaşka hayatları olan insanlardan seçerim,” diyor Can.
Şu sıralar yeni çıkaracağı Türk sanat müziği albümünün hazırlık telaşı içinde. Şubat onun için çok tempolu ve tamamen stüdyoda geçecek bir ay olduğunu söylüyor. “Ayrıca önümüzdeki sezon için üzerinde durduğum iki proje var. Bunlardan biri sitcom, diğeri bir dönem filminde oynamak,” diye heyecan içinde anlatıyor.
Altı ay önce evini yenilemeye karar verdiğini anlatan Can, Sıla’nın çok sevdiği şarkısının sözlerinde olduğu gibi, “Artık yeni bir hayat kurdum, başköşeye de huzur koydum. Yaslandım arkama, dünü kovdum,” diyor gözleri parlayarak.
1.200 m2’lik dört katlı bu geniş bahçeli büyük evde -sekiz oda, altı banyo, bir hamam, iki misafir tuvaleti var- yıllar içinde birkaç kez dekorasyon değişikliği olmuş.
En son içmimar Necibe ve Birol Darcan çiftinden yardım almış Can. Evin her köşesi, içinde yaşayanların tarzına, karakterine ve meraklarına uygun olarak şekillendirilmiş. Salonda modern ve klasiğin karışımı avangard bir tarz hakim. Beyaz mutfak ise tamamen modern bir çizgide düşünülmüş. Evin diğer odalarında gözü yormayan, rahatlığın öne çıktığı sıcak bir dekorasyon var. Özellikle salondaki birçok mobilya Darcan çiftinin Amerika pazarı için özel tasarladıkları koleksiyonlarından seçilmiş. Bunlardan bronz ayaklı lambader, bronz vazo, oymalı antik koltuk ve puf ilk göze çarpanlardan. Evde klasik tarzda tablo görmeyi seviyor Can. Yüksek tavanlı sedef patine boya salonun duvarlarında müzayededen alınan Antonio Amorosi’nin Narlı Kız, Emanuel Panaitescu Bardasare’nin Falcı Kadın ve İbrahim Safi’nin Haliç tabloları dikkat çekiyor ve bu salonuna renk katıyor.
Evde herkes her yerde ama özel köşeler de yok değil. “Çocuklar en çok asma katta vakit geçirmeyi severler. En büyük zevkleri ‘Playstation’ oynamak,” diye anlatıyor. “Evin her alanında yaşansın istedim,” diyen Can bu ayrıntıya çok önem verdiğini ve bunu da içmimarlarının iyi başardığını belirtiyor. “Necibe ve Birol sanki beni çok uzun yıllardır tanıyor gibiydiler. Değişkenliği seven tarzımı eve de iyi yansıttılar. Her oda farklı döşendi. Ama kendi içinde bir bütünlüğe de sahip oldu. Onların detaycılıkları ve çalışma hızlarından da etkilendim,” diyor neşeyle Can. Labirent gibi olan bu büyük evin tadilatının bir ay gibi kısa sürede tamamlanmış olması bizi de şaşırtmıyor değil. Evin ana giriş katındaki antre şömineli, oldukça geniş, modern ve klasik karışımlı bir salona açılıyor. Bitişiğindeki, çizgili duvar kağıdı kaplı oda yemek bölümü olarak tasarlanmış. Mutfak da bu katta bulunuyor.
Sunum, ikram ve görsellik Can için önemli. Aslen Boşnak olduğunu ve çok kalabalık sofraların kurulduğu bir ailede büyüdüğünü anlatıyor. Misafir ağırlama konusunda arkadaşları arasında popüler biriymiş. Bunu klasik tarzda hazırladığı yemek odasındaki göz alıcı sofrasından veya beyaz mutfağındaki çocuklarına özel düzenlediği modern Sevgililer Günü masasından da anlamak mümkün zaten. Mutfaktaki masayı gösterirken, “Bunu üç sevgilim Engin Can, Melisa ve Emir şerefine hazırladım,” diyor. Masanın üzerinde Dolce’den alınan tartolet’lere, güllü kalpli tartlar eşlik ediyor. “Mutfağı çocuklarımla beyaz yapmaya karar verdik. Bize Miami’deki çok sevdiğimiz evimizin mutfağını hatırlatsın istedik,” diye devam ediyor Can. Üstte asma katta modern tarzda döşenmiş siyah beyaz renklerin hakim olduğu çocuklara ait bir televizyon odası yer alıyor.
Sibel Can bizi evinde de ekranlardan ve sahnelerden çok aşina olduğumuz o güler yüzü ve içtenliği ile karşılıyor. Konser vermek için gittiği Dubai’den yeni dönmüş, ışıltıyla parlayan ve her daim çok sağlıklı görünen cildine şimdi güzel bir bronzluk da eklenmiş. “En fazla iki gün kalabiliyorum gittiğim yerlerde, daha fazlası mümkün değil. Çocuklarımdan ve evimden uzak kalmak hoşuma gitmiyor hiç,” diyor salonda oturduğu kanepede konuşmaya başlayan Can.
Giyinme odasının üstündeki mini çatı katı suit şeklinde yatak odası olarak düşünülmüş. Can’ın hamam merakı sonunda onu evinin içinde bir hamam yaptırmaya kadar götürmüş. Evdeki bir misafir banyosu turkuaz cam seramiklerle ve mermer bir kurnayla yarı modern yarı nostaljik bir hamama dönüştürülmüş. Haremlique’den aldığı havlularını özenle dizmiş buraya. “Gümüş rengi nalınlar, altın sırma işlemeli peştamallar bana babaannemden kalma. Babaannem annemi gelin hamamına götürürken ona hediye etmiş bunları. İnşallah ben de kızıma vereceğim,” diyor Can.
Kısa veya uzun olması onun için hiç fark etmiyor, tatillere yıllardır çocuklarıyla hep beraber çıkmayı alışkanlık haline getirdiğinden bahsediyor. Yazları daha çok Miami’deki evlerinde oluyorlar. Sömestre tatilinde Londra en favori şehir hepsi için. “Bol müzikal, tiyatro ve konser programı olan, kültürel zenginliği ağır basan bir tatil bu daha çok,” diyor Sibel Can. Genç anne olmanın meyvelerini çoktan toplamaya başlamış o. Çocuklarından bahsederken, “En iyi arkadaşlarım oldular şimdi,” diyor gururla. Özellikle küçük oğlu Emir annesinin hep şık ve bakımlı olması konusunda oldukça dikkatliymiş evde.
Teninin kadife gibi pürüzsüz, sıkı ve gergin olmasının sırrını çocukluğundan beri var olan bu hamam ritüeline bağlıyor Can. “Tabii bir de masaj ve yoga var. Masaj derinin ütüsüdür unutmayın,” diyor ardından da. Giyim kuşam konusunda günlük hayatında sade ve doğal gözükmeyi sevdiğinden bahsediyor. Alışverişlerini yurt dışından yapıyor. “Miami’de ve Londra’da ara sokaklarda küçük küçük dükkanlar vardır sevdiğim. Öyle büyük mağazalardan alışveriş etmektense bunları keşfetmeye daha meraklıyım. Ayakkabı ve çanta da her kadın gibi benim de üzerinde durduğum ve iyi olmasını arzu ettiğim aksesuarlardan. Onun dışında öyle marka merakım olduğunu pek söyleyemem,” diye anlatıyor Can.
Salonda sanat kitaplarıyla dolu kütüphane eve ilk taşınıldığında yapılmış. Ortasında bir şömine yer alıyor. İncelemeyi ve araştırmayı çok seven biri olduğundan bahsediyor Can. “Üst kattaki kütüphanesini daha çok iş toplantıları için kullanıyor. Peki şu sıralar elinde hangi kitap var dersiniz? “Kuantum olumlama üzerine kitaplar okuyorum bu aralar,” diyor Ardından da inançlı biri olduğundan ve dua etmeden bir gün dahi geçirmediğinden bahsediyor. Evdeki hemen hemen her köşede orijinal ve rengarenk çiçek aranjmanları dikkat çekiyor. “Etrafta taze çiçek olmasına hep dikkat ederim,” diyen Can, Karmen, Yabaneli ve Ceremony’den devamlı çiçek alışverişi yapıyor. Can’ın huzurlu ve sıcak evinden ayrıldıktan sonra, biz de içimizden Sıla’nın o güzel şarkı sözlerini mırıldandığımızı fark ediyoruz arabada arkamıza yaslanıp giderken. “Yeni bir hayat kurdum, huzuru da başköşeye koydum. Yaslandım arkama dünü kovdum…”