Ayşe Melike Çerçi’yi Oldu Teşekkürler isimli skeçlerden tanıyoruz. Medcezir, Masum Değiliz ve Yemin, içinde yer aldığı diğer dizilerden sadece birkaçı ama güzel oyuncuyu Muhafız‘da canlandırdığı Piraye karakteriyle gözlerden kaçırmanız imkansız. Piraye azılı bir katil, bir ölümsüz. Şile’de arazi deneyiminden geçirdiğimiz Ayşe Melike için gülmek ve güldürmek öncelikli ama dramdan da öğreneceği çok şey olduğunu belirtiyor. Henüz vizyona girmeyen Onur Ünlü filmi Topal Şükran’ın Maceraları‘nda ise bizlere bambaşka bir deneyim yaşatacak oyuncuyu radarınıza alma vaktidir.
- Ayşe bu oyunculuk sevdası kanına nasıl girdi?
İçimizde ne oluyorsa çocukluktan başlıyor. Baktım ki komiklikler, şakalar,taklitler bayağı sevgi ve ilgi görüyor, bunun gücünü kullanmaya karar verdim. Televizyonda Demet Akbağ’ın farklı karakterleri oynadığı Bir Demet Tiyatro‘yu izleyince büyülenmiştim. Aslında odağım hep komediyle ilgili bir şeyler yapmaktı. Ama televizyondaki ilk işim bir drama oldu. İşin içine girdikçe, inceliklerini deneyimledikçe bağ kurdum, sevdim ve oyunculuğu bir meslek olarak benimsedim.
- İlk yerli Netflix projesi Muhafız‘a nasıl ve ne zaman ortak oldun?
Başladığımda birinci sezon çekilmişti ama yayınlanmadığı için izleme şansım olmamıştı. Rolün fantastik ve ölümsüz bir karakter olduğunu duyunca çok heyecanlandım. Kafamda canlandırdığım Piraye ile onların hayalleri örtüştü. Çok mutluyum. Çok seviyorum Piraye karakterini. Baştan sona müthiş bir oyunculuk deneyimiydi benim için.
- Bu rol için neler öğrenmen gerekti?
Rol ölümsüz, dövüşçü bir katil. Bu yüzden fiziksel olarak da güçlü gözükmek önemliydi. Hemen
hemen her gün yüzmeye başladım. Bunun yanı sıra kelebek bıçağını kullanmayı öğrenmem gerekti. Körleştirilmiş bir bıçağı bir süre elimde oyuncak ettim. Dövüş sahneleri içinse Çağdaş Agun’la çalıştım. Bunlar işin fiziksel kısmı tabii. Asıl ruhsal olarak içimdeki o şiddeti ve acımasızlığı çıkarmak benim için önemli bir yolculuktu.
- Muhafız hayatında neleri değiştirdi?
Netflix gibi dünya çapında bir platformun bünyesinde olmak, oyunculuğum, görünürlüğüm ve ulaşılabilirliğim için müthiş bir adım oldu. Muhafız yayınlandıktan sonra farklı ülkelerden mesajlar aldım. Hayallerimi bu ülke ile sınırlı tutmayan bir oyuncu olarak bana tatlı bir göz kırpış oldu.
- Daha bilinir olmak bu mesleğin zorluğu mu, artısı mı?
Kendini büyütmek, hayallerini, hedeflerini ve başarını büyütmek beraberinde görünür olmayı, bu kavramı özümsemeyi gerektiriyor. Bu artı veya eksi değil, işin temeli zaten. İzleyiciye, gören gözlere ihtiyacımız var.
- Oldu Teşekkürler’de canlandırmaktan en çok keyif aldığın karakterleri hangileriydi?
Oldu Teşekkürler dendi mi çok mutlu oluyorum. Üzerinden yaklaşık sekiz yıl geçmesine rağmen beni heyecanlandıran, içimi kıpırdatan, düşününce, “İyi ki yaptım,” dediğim, gurur duyduğum bir iş. O dönem için bir öncü ve önemli bir ilk olduğunun altını çizmek isterim. Muhteşem akışkan, destekleyici bir ekip çalışmasıydı. Çok kıymetli zamanlardı. Herkes kendi karakterini kendi belirliyordu. Diyaloglarımın çoğunluğu doğaçlamadır yani canlandırdığım her karakter her şeyiyle bana ait desem abartılı olmaz. Bir oyuncu için muhteşem bir yaratım süreciydi. En çok Prenses’i seviyorum; hepimizin içinde yaşayan, olur olmaz açığa çıkan kız çocuğu işte.
- Yazıyor musun? Yarattığın karakterlerin ne kadarı sana ait?
Dünyada da takip ettiğim hayran olduğum insanlarda görüyorum ki bir oyuncu için yazmak çok büyük bir güç. Kendi kişisel deneyimimden yola çıkarak, başka birinin yarattığı karakteri giymek de kendi karakterini yaratmak da çok ayrı tatmin yaşatıyor. Benim niyetimde, içimde yazma arzusu tohumu baki. Doğru ortamı bulup, güneşi gördükçe, her seferinde çıkıp yeşereceğinden eminim.
- Sana izlediklerin arasında hangi programlar ilham veriyor?
Dilerim ki mizah bütün dokunulmazlıkları kaldırsın. Böyle bir gücü var çünkü. Standup’ları takip etmeye çalışıyorum. Rastladıkça karakter komedisi, skeç programları izliyorum. The
Characters, I Think You Should Leave son izlediklerim. RuPaul Drag Race’i kaçırmıyorum, multi yetenekli insanları izlemek mutlu ediyor. Biyografik belgeseller de hoşuma gidiyor. Sanatçı, tasarımcı, düşünür, bilim insanı hayatları, kişisel yolculuklar ilham verici oluyor. En son Struggle: The Life and Lost Art of Szukalski’yi izledim ve müthiş etkilendim. Tatlı sohbet programlarını zevkle izlerim, Comedians in Cars Getting Coffee mesela.
- Herkesin YouTube kanalı varken senin neden hala yok? Olmalı çünkü bence…
Ne güzel, destekleyici, coşturucu bir şey bu, teşekkür ederim. O rüzgara bir türlü kapılamadım, sonra da geçti gitti gibi geldi ama elbette öyle değil gerçekler. Yeni dönemin müthiş bir ifade yöntemi. Ben de boş değilim aslında, bekleyin geliyorum!
- Onur Ünlü’nün Topal Şükran’ın Maceraları filminde rol aldın. Bize rolünden bahseder misin?
Bir kasabada hemşirelik yapan, mütevazı bir hayat yaşayan Elvan’ı canlandırıyorum. Pek tabii içinde derin hikayeleri var, sevgi dolu ve bir o kadar da tutkulu bir kadın. Daha çok şey söylemek istiyorum, dolup taşıyorum bu rolle ilgili ama seyir keyfini bozmak istemem.
- ‘Diyalogsuz’ olarak nitelendiriliyor film. Ne anlama geliyor?
Bildiğimiz anlamda diyalogsuz bir film, hiç konuşma yok. Bu anlamda yenilikçi ve çok evrensel.
Dili bilme avantajını ve dezavantajını kaldırıp izleyenleri eşitliyor.
- Film güldürüyor mu yoksa düşündürüyor mu?
Film için kara komedi denebilir. Biz oyuncular olarak hala izleyemedik. Uzun süre oldu çekeli, bir rüya gibi gelecek herhalde izleyince (gülüyor). Biz de merakla bekliyoruz.
- Bugüne dek canlandırdıkların arasında en sevdiğin rolün hangisi?
Elvan çünkü böylesine bir rolü oynamak bir çok açıdan benim kırılma noktam oldu, hayatımda bir şeylerin değiştiğini hissettim. Konuşarak kendimi ifade etmenin yokluğunda bambaşka bir dil keşfettim.
- Canlandırmak için seni en heyecanlandıran rol hangisi?
Sonu olmayan arsız isteklerim var. Oynamadığım bir şey kalmasın istiyorum. Mesela kendi yazdığım filmde oynamak istiyorum. Cinsel kimlik çeşitliliği ilgimi çekiyor. Biyografik filmlerde, yaşamış gerçek kişilere tekrar hayat vermek de heyecan verici olurdu.
- Komediye yatkınsın. Peki kendine dramdan nasıl dersler çıkarıyorsun?
Dram kendi içimde de barışmam gereken, dışa vurmayı paylaşmayı öğrenmem gereken, beni dengeleyen bir şey. Dram oynamak beni sadeleştiriyor, hepimizin aynı yerde buluştuğunu, insan olmanın ortak bilincini hatırlatıyor.
- Şarkı söylüyor musun? Kiminle düet yapardın ve hangi şarkıyı söylerdin?
Şarkı söylemeyi seviyorum, güzel bir sesim var. Ama bu konuda elbette mütevazıyım çünkü müzisyenlik müthiş emek ve adanmışlık isteyen bir meslek. Ama müziği de hayatımda yok sayamayacağım için Bi Polar isimli bir kabare-show yazdım. Dört kadın karakterin kendilerini anlattıkları ve dört farklı ruh halinden şarkılar söyledikleri eğlenceli bir şey çıktı ortaya. La Boucherie’de oynadık ilk defa ve devamı da gelecek. Şarkı meselesine gelince, mikrofonu elime alınca, “Al beni, götür kanatlarında bu gece…”
-Yazı: DENİZ TOKGÖZ
-Fotoğraflar: SEMİH KANMAZ
-Styling: NAZLI KAYRAN