Deniz Tezuysal, senaristi ve başrol oyuncusu olduğu BluTv özel yapımı ”Bonkis” dizisiyle adeta kendi hayatına alternatif bir yön çiziyor. Bonkis adlı kafesini ayakta tutmaya çalışan 30’lu yaşlarında Deniz karakteri aşk, gelgitli aile ilişkileri, arada kalmış bir kuşağın varoluş sancısı ve bir kadının hayallerinin peşinden gitme çabasını tüm gerçekliğiyle trajikomik bir şekilde anlatıyor. Tezuysal ile hem hem buradaki hem de paralel evrendeki Deniz’i konuştuk…
Bonkis karakterleri, diyalogları, olay örgüsü, her şeyiyle çok gerçek! Kendi hikayenizden yola çıktığınızı biliyorum. Bu fikir ve onu hayata geçirme süreci nasıl ilerledi?
Kafede oturmuş, bir gözüm kapıda, “Keşke şu an içeri bir müşteri girse,” diye hayal kurarken defterime hikayeler yazmamla başladı süreç. O hikayeler birikti, büyüdü ve bir noktada, “Hadi bunlar bir senaryo olsun!” fikri ortaya atıldı. Kendimi birden senaryo yazarken buldum ve böylece gece gündüz demeden uğraştığım bu süreç başlamış oldu. Hala da hız kesmeden devam ediyor.
Bonkis arkadaşınız Öykü Karayel’le açmış olduğunuz bir kafe. İşletmeciliğin zorlu tarafları nelerdi, neden devam ettirmediniz?
İşletmecilik için parayla ilişkinizin iyi olması lazım. Bence benim beceremememin en önemli sebebi o, parayla hiç bir zaman iyi bir ilişkim olmadı. Hesap yapma, tutumluluk gibi kavramlar bende biraz eksik.
Deniz karakteriyle kendi karakterinizi kıyasladığınızda hangi yönlerden benzerlikler vet farklılıklar gözlemliyorsunuz?
Ben Deniz kadar inatçı değilim ama olmayı isterdim. Çünkü onunki güzel bir inat, asla vazgeçmiyor, pes etmiyor, o inadı sayesinde yıkılsa bile hızla yerden kalkmayı başarıyor.Deniz için bir şeyin imkansız olduğunu kabul etmek çok zor. Optimist bir insan olduğu için değil, “Neden olmasın ki?” fikrini kafasından bir türlü atamadığı için… Bu noktada ona özeniyorum. Ben daha rasyonel, olmuyorsa zorlamamayı tercih eden bir insanım.
Çok eğlenceli bir ekipsiniz. Eminim çok vardır ama çekimlerden unutamadığınız bir olayı anlatır mısınız?
Çok güldüğümüz anlar var. Özellikle kafe içindeki sahnelerde, Sergen (Deveci) ve Öykü (Naz Altay) ile olduğumuz tüm anlarda gülmekten konuşamadığımız çok oldu. Bir keresinde Sergen bir türlü, “Pandispanya,” demeyi beceremediği için kelimeyi senaryodan atmak zorunda kaldık. Herhalde onun çabaladığı o anlar en çok güldüğüm olaylardan biriydi. Sürekli aynı kelimeyi söyleyip durdu.
Çekimler esnasında doğaçlama yaptığınız oluyor mu?
Doğaçlama mutlaka gelişiyor ama özünde her zaman senaryoya sadık kalınıyor. Çünkü komedide her şakanın gelişinin bir matematiği ve hızı var ve ona sadık kalmadığınızda zamanlamanın aksama ihtimali doğuyor. O yüzden metne sadık kalmak önemli.
Deniz toplumun dayatılan güzellik algılarının ötesine geçiyor, doğallığıyla idealize edilmiş kadın prototipinden oldukça farklı. Sizce bu alışıldık kalıplar zamanla yıkılabilecek mi?
Ben insanların kendilerini nasıl iyi hissediyorlarsa o şekilde giyinip o şekilde davranmaları taraftarıyım. Hayatımın çoğunda bir ortamda gittiği yere uygun giyinmemiş kişi olarak bulundum. Hiçbir zaman bu görünmez kurallara ve dayatmalara teslim olmadım. Bence çok yakında zaten hepsi ortadan kalkacak. Yeni nesil çok daha özgürlükçü bir anlayışla yaklaşıyor bu konulara.
Dizide işlenen aile ilişkileri ve arada kalmışlık hissi aynı zamanda biz Y kuşağının çok iyi bir yansıması. Önceki ve sonraki nesillere göre bu kuşağın handikapı ne?
Ne kendimizden bir önceki jenerasyon gibi aidiyet duygumuz var, ne de bizden bir sonrakiler gibi her şeye rest çekip dönüp gidebilme becerimiz. Arada kalmış bir kuşak. En büyük handikap terapilere ödenen paralar olsa gerek (gülüyor).
Dijital platformların ve bu mecralar çekilen yapımların yükselişi büyük bir artı ve özgürleştirici bir his değil mi?
Kesinlikle öyle. Ben kendi dilimde dizi izlemeyi uzun bir süre önce bırakmıştım, bu sayede yeniden izleyecek şey bulmaya başladım.
Bölümlerin 15’er dakika olması saatler süren yapımlara alıştığımız bir dönemin ardından çok vizyoner bir yaklaşım. Anlatmak istediklerinizi bu süreye sığdırabilmeyi nasıl başardınız?
En büyük zorluğu oydu aslında. Kapsamlı bir hikayeyi bu kadar az sayfada anlatabilmek… Bunun için biraz sade düşünmeyi becerebilmek gerekiyor. Sözünüzü az ve öz sahneyle anlatmak istediğiniz şeye odaklanarak mümkün oluyor.
Özellikle yaratım sürecinde sizi besleyen dizi, film ya da kitaplar oldu mu?
Yaratım sürecinde ilham aldığımı söyleyemem ama genel olarak beni bu işe hazırlayan, “Ben de bir gün böyle bir şey yazmak istiyorum,” dememi sağlayan işler tabii ki var. Seinfeld, Arrested Development, Baskets bunlardan bazıları.
İkinci sezondan neler beklemeliyiz, ufak ipuçları alabilir miyiz?
Sürprizlere açık olmalısınız. Deniz bu, ne zaman ne yapacağı belli olmaz!
Başka senaryolar yazıyor musunuz ve bunları hayata geçirme planlarınız var mı?
Şu an üzerinde çalıştığım bir dizi senaryosu daha var. Önümüzdeki sene onun da hayata geçme ihtimali yüksek.
Röportaj: Eylül SOLAKOĞLU