Sabahın erken saatleri, yer Bebek Arifi Paşa Korusu… Gülşen, Zürih’teki konserinden İstanbul’a yeni dönmüş. Yine de evinin kapısında çok enerjik karşılıyor bizleri. Altında Adidas bir eşofman, üzerinde sade ama ‘cool’ görünümlü vintage bir tişört var. Sabahları iyi gözükmesinin sırrını hiç aksatmadan yaptığı spora ve, “Erken kalkan çok yol alır,” felsefesine bağlıyor başarılı sanatçı. “Tabii bu semtin verdiği güzel enerjiyi de hesaba katalım. Burada şehrin içinde ama aynı zamanda orman sakinliğinde huzur veren ve insanı dinlendiren bir yerdeyim. Daha ne olsun,” diye anlatmaya başlıyor keyifle salonundaki rahat gözüken kanepesinde otururken.
Üç sene öce taşınmış bu apartman dairesine. “Daha önce Fulya Polat Tower’da kapsül gibi küçücük bir evde yaşıyordum. Buraya ilk taşındığımda kendimi biraz tuhaf hissettiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü eski evim buraya göre fazla korunaklıydı,” diyor. Oradan taşınmaya karar verdiğinde ilk düşündüğü, çok sevdiğini söylediği Bebek olmuş. Internet’ten araştırdığında da bu ev karşısına çıkmış hemen. “Salona girer girmez, ‘Burası,’ dedim ve diğer odalara bakmadım bile! Evi hemen tuttum,” diye anlatıyor o günü Gülşen.
140 m2’lik üç oda, iki banyo, mutfak ve salondan oluşan dairenin içini baştan aşağıya yeniletmiş. Salona açılan mutfak genişletilmiş ve iki giyinme odası eklenmiş daireye. Salonun bir duvarı buraya modern bir hava katan ahşap panjurla kaplanmış. Böylece eve gelen güzel ışık yitirilmeden yan taraftaki binanın görüntüsünden kurtulmak mümkün olmuş. “Yemek yapmayı seviyorum. O yüzden mutfağa çok önem verdim,” diyor sanatçı. Evin dikkat çeken banyosuna ise egzotik bir spa görünümü verdirmiş. Yerde çakıl taşları, kurna ve duş bölümüyle evin en keyifli yerlerinden oldu şimdi burası. “Banyoda vakit geçirmeyi severim. Öncesinde L şeklinde, küçük, kullanışsız bir mekandı,” diye anlatan Gülşen, bir duvarı boydan boya cam kaplatarak banyosuna geniş görüntü vermiş.
Evdeki çoğu eşya özel olarak tasarlanmış. “Ama aralarda antika görünümlü parçalar da olsun istedim,” diyerek salonda duvara yaslı duran Çukurcuma’dan aldığı eski ahşap aynasını işaret ediyor. İki bölümden oluşan salonun oturma kısmının zemini tik. “Evin havasını anında değiştiren güzel bir malzeme tik ve buraya da yakıştı bence,” diye anlatıyor. Yemek odasının bulunduğu bölümde ise zeminde başlayan kırmızı halı tüm koridor boyunca arkadaki yatak odalarına kadar boydan boya uzanıyor. “Bunu ünlülerin kırmızı halı merakından esinlenerek yaptık,” diye gülerek anlatıyor Gülşen. Bu halı aynı zamanda salonda kum beji olarak başlayan, içeri doğru ilerledikçe gri ve siyaha dönüşen duvar rengiyle de büyük uyum sağlıyor. “Kırmızı çarpıcı ve çok etkili bir renk. Bu sayede salon dinamik gözüktü. Evdeyken hep buradayım zaten. Ebru sanatına merakım var.
Yayıyorum boyaları yemek masasının üzerine, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum burada,” diye anlatıyor. Uzun seyahatlerden geldiğinde evinden çıkmak istemediğini anlatıyor. Şimdi yine öyle bir dönemdeymiş. Bu evde ahşabın sıcaklığı evin her köşesinde hissediliyor. Yemek odasının karşısındaki duvar ayna ve ahşap çıtalarla giydirilmiş. “Aslında başta amaç o çıtaların içine güzel siyah beyaz fotoğraflar koymaktı. Ama arkadaki manzaranın güzel bir yansıma yaptığını görünce bundan vazgeçtim,” diyor Gülşen. Ruhu olan bir eve sahip olmayı önemsiyor.
“Öyle şaşa sevmiyorum ben. Evim her yerden koşarak geldiğim yer olmalı. Bir de Londra’da kiraladığım ev var tabii. Küçük ama sempatik bir ev,” diye anlatan Gülşen Londra’nın ruhunu besleyen ve sanatında ilham veren bir şehir olduğunu belirtiyor. “O yüzden buradan oraya gittiğimde kendimi hiç yabancı ve evimden uzak hissetmiyorum,” diyor Gülşen.