Huysuz gökyüzünün yağmur ve parlak güneş arasında gidip geldiği gizemli yaz günlerinden birindeyiz. Havanın belirsizliği, hatta yere düşen birkaç damla bile Taylor’ın üç çocuğunu at binmeye gitmekten alıkoyamıyor. Ahşap evin arkasındaki verandada bağcıklarını bağlarken, “Botlarınızı giyin,” diyor Yeni Zelandalı tasarımcı onları hafifçe azarlayarak ve ekliyor, “Hadi gidin sevgililerim, kasklarınızı takmayı unutmayın!”
Rebecca Taylor’ın yaz günlerine özel tarifleri
Tasarımcının evinden karelere bakmak için tıklamaya devam edin.
Solda: Taylor, taze çiçeklere ve desenlere büyük hayranlık duyuyor. “Baskılar benim için çok şey ifade ediyor,” diyor. Mutfağının duvarlarını, çoğu sanatçı eşi Wayne Pate tarafından yapılmış çerçevelenmiş çizimler kaplıyor.” Taylor’ın tüm kıyafetleri Rebecca Taylor imzalı.
At binmeleri, havuzda yüzmeleri ve arabaların yasak olduğu sokaklarda bisiklet sürmeleri, Taylor’ın sekiz yaşındaki ikizleri Isabel ile Zoe ve altı yaşındaki Charlie için daha onları doğurmadan önce hayalini kurduğu bir yaşamdı. Bilmediği tek şey, bu huzurlu ortamın Brooklyn’deki evine bu kadar yakın bir yerde bulunabileceğiydi. “Hamptons’a ve Shelter Adası’na hiç gitmemiştim ama bir arkadaşım at binmek için gittiğini söyleyince ben de tekrar başlamak istedim,” sözleriyle anlatıyor 45 yaşındaki tasarımcı lüks Doğu Hampton’a birkaç mil uzaklıktaki 8000 hektarlık adayla ilk tanışmasını. “Böylece dokuz yıl önce kocamla Noel için geldik buraya,” diyor. Adaya vardıklarında, buradaki tek kitapçının vitrinine bakarken kar yağmaktadır ve önlerinden bir geyik geçer. Çift, tam da o anda buraya aşık olur. “Bir emlakçı ile temasa geçince bize bu evi gösterdi ve ilk gelişimizde satın aldık burayı. Çok aceleci bir karardı.”
Taylor ve üç çocuğu sekiz yaşındaki ikizler Zoe ve Isabel ile altı yaşındaki Charlie zamanlarının çoğunu dışarıda, tenis oynayarak veya yüzerek geçiriyorlar. Taylor, “Mülkün akçaağaçları, ortancaları ve çam ağaçları var. Bu gerçekten çok hoş,” diyor.
Taylor’ın hayat hikayesi bu tarz ani kararlarla dolu. 22 yaşındayken yeni aldığı moda diplomasıyla New York’a ilk gelişi, Amerika vizesi çekilişini kazanması ve ‘sadece birkaç ay kalırım’ düşüncesiyle oldu. Ancak Yeni Zelandalı tasarımcı, kendi moda evini kurdu ve 20 yılı aşkın bir süredir hayatını orada idame ettiriyor. Sanatçı eşi Wayne Pate ile Pate Manhattan’da DJ’lik yaparken tanıştılar ve kısa sürede evlendiler. “Tuzağa düşürüldüm,” diyor gözünü kırparak bu baş döndüren aşk için. Aile, yakın zaman önce adını Chewy koydukları bir yavru köpek almış ama ona kimin bakacağı konusu halen tartışılıyor (“Her tarafa çişini yapıyor” diye itiraf ediyor).
Taylor, kendini ve ikinci evini fazla ciddiye almıyor. “Biz pahalı değil, anlamı olan şeyleri seviyoruz,” diyor. Baskılı yastıklar, bembeyaz döşenmiş oturma odasında bir desen patlaması yaratıyor.
Taylor’ın ev tasarımına yaklaşımı da aynı derecede kaygısızca oluyor. Bir dekoratörle hiç çalışmamış ve dört yatak odalı yaşam alanı ile misafir evini eşinin koleksiyonları ve Marika’s Antiques dükkanında rastgele bulduklarıyla döşemiş. Evin ahşap duvarında asılı kaplumbağa kabuklarını göstererek, “Wayne iyi bir göze sahip ve bir şeyleri bir araya getirebiliyor. Toskana tarzı biraz bakımsız görünümleri seviyoruz, stilimiz gerçekten rahat,” diyor.
Evin yakınındaki Marika’s Antiques’ten alınmış iki kaplumbağa kabuğu arka kapıyı çevreliyor.
Hasır şapkalar ve adanın bir haritası ile dekore edilmiş çamurlu kıyafetlerin çıkarıldığı çamur odasına yönelirken iç mekanın insanın içine işleyen beyaz renkleri hakkında yorum da bulunuyor: “Geçen yaz büyük odadaki kirişlerden birisini çıkartarak doğal ahşap zeminin tamamını beyaza boyadık ve bu, mekanı gerçekten de havadar bir görünüme kavuşturdu. Aslında o kadar büyük değil ama soluk tonlar daha büyük görünmesini sağlıyor.” Bu merkezi oturma odasında, şöminenin karşısında değişik ama uyumlu kanepeler yer alıyor. Mutfağın arkasındaki ebeveyn yatak odası, John Robshaw’un blok baskı nevresim takımıyla donatılmış. Plastik oyuncaklarla dolu çocuk odaları, eğimli çatının bir oyun alanını zekice çevrelediği üst katta bulunuyor. Tasarımcı, “Çocuklar birlikte oyun oynuyorlar. Kızlar genellikle zavallı Charlie’yi bebek rolünde olması için zorluyorlar,” diyor.
Çoğu yemek açık havada, açan yaprakları ile arka bahçeye damgasını vuran devasa ağacın altında yeniyor. “Çok sıcak olduğunda yaprak örtüsünün altında güzel bir esinti oluyor,” diyor tasarımcı.
Havuza bakan bir penceresi ve eski lavabosu ile mutfak küçük ve fonksiyonel. Taylor, yemek yapmanın yeni takıntısı olduğunu söylüyor. Son zamanlarda annesinin ev yemeklerini yeniden yaratmaya çalışıyor. “Tavuk konusunda çok iyiyim hatta annem eve, ‘Chicken Which Way’ adını verdi,” diyor. Ailenin olabildiğince topraktan yararlanması için bir sebze bahçesi yapmış. Bu merakını ise şu sözlerle açıklıyor: “Bir şeyleri büyütüp yeme konseptini seviyorum. Çocuklarımın havuçların poşetlerde büyüyen kurşunlar değil, bahçede yetişen uzun yeşil yapraklı bitkiler olduğunu bilmesini istiyorum.”
Üç çocuk, banyosu olmayan misafir evinde dinleniyor. Tasarımcı gülerek, “Annem babam kalıyor burada,” diyor.
Aile ve arkadaşları akşam yemeklerini çoğunlukla eski bir meşe ağacının altıda yiyor ve sonra kendi kazdıkları bir kuyudaki ateş üzerinde marshmallow kızartıyor. Çim bahçe, çam duvarlar, Meksika gezilerinden alınmış tabak takımları ve bir sanat yönetmeni tarafından kurgulanmış gibi duran dökülmüş yapraklar inanılmaz bir görsel yaratıyor. Ama Taylor, yazlık evinin ‘kafadan uydurma’ bir yer olduğunu itiraf ediyor: “Bir yazlık rahat olmalı. Sahilde bulduğumuz midye kabuklarını ve taşlaşmış ağaç dallarını sergilemeyi seviyoruz.” Evde klima bulunmamasının sebebini ise şu cümlesiyle açıklıyor: “Yazlık ev sıcak olmalı ve sizi dışarı çıkmaya zorlamalı!”
Pamuk, hasır, ahşap gibi doğal malzemeler oturma odasına rahat, konforlu bir hava veriyor. “Durmadan eşyaların yerini değiştiriyoruz,” diyor Taylor. Şöminenin yanında, üzerinde yüzen çocukların yer aldığı Alexandra Strada imzalı büyük bir fotoğraf asılı.
Taylor, çocukların attan dönüşlerini duyup onlara yiyecek bir şeyler hazırlamaya başlarken kızlarından birinin su toplamış derisi dikkatini çekiyor. CFDA adayı da olsa, Olivia Palermo, Emma Roberts, Taylor Swift gibi birçok ünlü onun kıyafetlerini giymek için can da atsa o, Shelter Adası’nda sadece bir anne. “Wayne ve ben burada geleneksel anne baba rollerimize bürünüyoruz. Yemek ve temizlik benim, çimleri kesmek ve çöpü çıkarmak ise onun işi,” diyor şaka yollu ve devam ediyor, “Bu, gerçek mükemmellik. Tek eksiğimiz, eve bir isim vermek. Bir süre Çamlık dedik ama sonunda Ada demeye başladık.” Şehir hayatından ve iş zorunluluklarından zakta, Taylor’ın sığınağı gerçekten ismine yakışıyor. Etrafına bakınıp yağmurun yağmamasına hayret ederek, “Çok özel bir yer,” diyor. “Tıpkı Yeni Zelanda gibi. Burada fazla şeye ihtiyacınız yok; sadece iyi yemek, iyi şarap, aile ve tabii ki bazı güzel kıyafetler.”
Çocuk odalarından birindeki ikiz yataklar, Restoration Hardware’den alınmış.
Taylor ve onun “küçük adamı” Charlie.
Yabani çiçeklerle dolu vazolar ve küçük oyuncaklar, Taylor’ın masa düzenlemelerine neşeli bir görünüm katıyor.
Ebeveyn yatak odası eskiden televizyon köşesi olarak kullanılıyormuş.
Taylor, kızlarına Yeni Zelandalılık duygusunu aşılamak istiyor. “Orada politikadan sanata neler olup bittiğinin bilincinde olmalarını istiyorum,” diyor.
Yazın, öğleden sonraları çocukları bu yüzme havuzunda bulmak mümkün.
Çamur odası denilen, çamurlu kıyafetlerin çıkarıldığı odanın duvarlarına şapkalarla dolu sepetler ve bir Amerikan bayrağı asılmış.
Tabelalar ziyaretçileri feribot iskelesine yönlendiriyor.
Uzakta bulunan Shelter Adası’na tek ulaşım feribot yoluyla sağlanıyor.