Yakın zamanda televizyon filmi Bamsı Beyrek ve sürpriz bir dizi projesi ile karşımıza çıkmaya hazırlanan Deniz Baysal, yeni sezon haute couture kreasyonları içinde zarif mizacını cömertçe açığa vuruyor.
Harikalar diyarını deneyimlemeyi kendisine özgü bir hadise sanan Alice’e sesleniyoruz: “Üzgünüz; akranların arasında fantastik aleme giriş biletini çoktan kapmış, üstelik senin aksine hala orada gezinen biri var!” Yüksek dozda nispet içerikli cümlemizin gizli öznesi, sahne tozunu daha dokuz yaşındayken yutmaya başlamış Deniz Baysal’dan başkası değil; Sait Halim Paşa Yalısı’nın nostaljik atmosferinde 10 Türk tasarımcının yeni sezon haute couture kreasyonlarıyla poz verişini izlerken, bakışlarımız güzel oyuncunun değme porselenlere taş çıkartacak cildine, merakımız ise türlü karakterlere bürünerek renklendirdiği çocukluğunun neşeli hikayesine odaklanıyor. Hakkındaki ilk intibamız, 25’ini henüz doldurmuş genç bir kadında rastlanması muhtemel tüm niteliklerin benliğine dengeli bir biçimde dağıldığı yönünde; biraz afacan, gayet esprili, çokça neşeli, yeterince olgun ve hatırı sayılır derecede disiplinli.
Ancak dakikalar ilerledikçe, jenerasyonunun geneline kıyasla bünyesine fazla oranda mütevazılık ve uyum yüklediğini gözlemliyoruz; öyle ki ne rahatsızlığı sebebiyle günlerdir hastaneyi mesken tutması, ne de çekim öncesinde gece uykusunun veriminden yalnızca üç saat nemalanması her daim gülümseyen yüzüne gölge düşürmeyi başarabiliyor. Kilolarca ağırlığa sahip kıyafetlerle bir odadan diğerine süzüldüğü anlarda, vücut dilinde ufacık bir yorgunluk emaresi kollasak da nafile; profesyonel bir model edasıyla paydos zamanına değin görev bilincine sadık kalmakta diretiyor. Kanımızca, haftalar sonra nihayet bulutlara meydan okuyan güneş ile vaziyet ve niyetleri müşterek; çetin hava koşullarının azizliğine uğramalarına rağmen o sabah içimizi ısıtma maksadıyla hünerlerini cömertçe sergileme amacı güdüyorlar.
Bütün bu pozitif etmenlerin yardımıyla prodüksiyon vaktinden evvel noktalanınca, biz de fırsattan istifade tarihi binanın çaprazındaki kafeye ışınlanıyor ve İzmirli aktrisin tohumlarını ilkokul dördüncü sınıfta ektiği kariyerini masaya yatırıyoruz. “İki-üç sene kadar okul tiyatrosunda bulundum, akabinde hocam beni belediye tiyatrosuna kaydırdı,” diyerek anlatmaya koyuluyor Baysal en naif hatıralarını ve devam ediyor, “Palyaçoluk ile başladım; kostümlerimizi giyip insanlara yer gösteriyorduk. Bana göre çok heyecanlıydı bu çünkü özgüvenim biraz zayıftı o yaşlarda. Hem annemin de hem babamın ikinci çocuğu olduğumdan inanılmaz bir hassasiyetle büyüttüler beni; Deniz kırılgandır, aman Deniz’e söylemeyelim mantığıyla davrandılar hep. Bu nedenle birçok şeyi gecikmeli öğrendim; eve hırsız girdiğini olaydan altı yıl sonra bir sohbet sırasında duymuştum mesela! (Gülüyor) Dolayısıyla çekingenleşmiş ve çoğu şeyi beceremeyeceğime ikna olmuştum. O yüzden benim için büyük bir adımdı kalabalıkların karşısına çıkmak.”
Sekiz yıl boyunca çocuk eserlerini sahneye koymanın doymuşluğuyla yetişkin oyunlarına yöneldiği dönemde, öğretmeni Zekeriya Hocalar’ın ısrarı neticesinde yazıldığı ajans Baysal’a şahane bir haber uçuruyor: Senaryosu İzmir’de geçen Derin Sular dizisinin başrolüne uygun görülüyor! Anlaşma sağlanıp, ‘Kayıt!’ sesi işitildiğinde yaşadığı çelişkiyi ise şöyle özetliyor: “Ben tiyatroya alışmışım tabii; abartılı hareket ve mimikler yapıyor ya da dik durduğumu sanırken geriye doğru eğiliyordum. Meğer tiyatro ve dizi o kadar ayrı dallarmış ki… Her dizi oyuncusunun tiyatroyu kotaramayacağını bu vesileyle kavradım. Tam tersini de aynı şekilde.” Beyaz camdaki ilk projesinden, hayata ve sektöre ilişkin çok şey öğrendiğinin de altını çiziyor: “Böylelikle, üniversite birinci sınıftayken ailemin maddi desteğinden yararlanmayı kestim. Ayrıca özgüven edindim; yavaş yavaş nasıl davranacağım, nerede duracağım, ışığı hangi açıdan alacağım, kameranın hangi noktaya konumlandığı gibi hususlarda bilgilendim.”
Sette kazandığı tecrübelerin yanı sıra, Koç burcunun etkilerine dayandırdığı hırslı ve lider vasıflarının da Baysal’ın gelişimine hayli faydası dokunmuş. Gençliğindeki ürkekliği, bir müddet sonra yerini anaokul çağında cesurca ortaya koyduğu tutkulu, kararlı ve öncü tutumuna bırakmış; artık, kalkıştığı her eylemi layığıyla yürüteceğine dair kuvvetli bir inanç besliyor. Yakınlarının dertlerini kişisel sıkıntılarından fazla önemsemesine yol açan güçlü empati yeteneğine, mesleği icabı bireyleri etraflıca inceleme hali eklenince performansının pekiştiğini vurguluyor. Kuşkusuz bunda İstanbul’a taşınmasının da payı büyük; çeşitli yan rollerle iyice pişmesinin ardından Beyaz Yalan, Aşk Ekmek ve Hayaller gibi yapımlarda başrol koltuğuna oturuyor, 2014’te Kaçak Gelinler’le popülaritesini zirveye ulaştırıyor. Önemli bir hayran kitlesine kavuşmasını tetikleyen diziye dönüm noktası yaftası yapıştırmakta haksız sayılmadığı, şu ifadeleriyle ispatlanıyor: “Galiba dün Kaçak Gelinler’le alakalı bir konu, üzerinden iki sene geçmesine karşın Twitter’da ‘trend topic’ olmuş. Çok acayip bir şey bu!” Canlandırdığı karakterlere bağlılık derecesini değerlendirme aşamasında da isabetli bir saptamada bulunuyor: “Hani beraber büyüdüğümüz insanlar vardır ya, ben de aynen onlarla beraber büyüdüm ve içimde hepsinden bir şeyler mevcut.” Şu ana dek kendisini en çok Beyaz Yalan’ın kötü kızı Alara’nın heyecanlandırmasının sırrı ise beklentilerini irdelediğimizde aydınlanıyor: “Uçlarda, beni zorlayacak, bana bir şeyler katacak roller başlıca tercihim; bir direk dansçısı, bu bir hayat kadını ya da engelli olabilir,” diyor ve farklı bir uğraşa yönelseydi seçimini hangi alanlardan yana kullanacağını benzer bir gerekçeyle açıklıyor: “Pedagog ya da akıl hastanesi veya cezaevinde psikolog olmak isterdim. Beyin mucizevi bir makine ve problemli kişilerin sorunlarının kaynağını merak ediyorum. Çocukları da çok seviyorum; onları korumayı, eğitimleri ile ilgili ailelerini uyarmayı dilerdim.”
Toplumsal duyarlılığının kudreti adeta dünyayı kurtaracak cinsten, lakin laflarına bakılırsa mevzunun şahsi boyutu en hoşlanmadığı huyunun fitilini ateşliyor: “Her şeyi çok kafama takıyorum. Belli etmem, hep gülerim ama sen bir de içimi sor bana! Önceleri, sosyal medyada kötü yorumlara maruz kaldığımda çok etkileniyordum. Sonradan, şevk duyduğum işi yaptığım için umursamamayı seçtim. Ama çevremden biri negatif bir şey söyleyince çok üzülebiliyorum.” Yine de her ne olursa olsun kinlenmek nedir bilmiyor Baysal; pozitif düşünmekten, insanlara güzel davranmaktan hiç vazgeçmiyor. Çalışma disiplinini ve ekip arkadaşlarıyla kurduğu samimi iletişimi, beğendiği özelliklerine misal gösteriyor. Mutluluk tablosunu betimlerken ise sanal tuvaline tek bir fiilin değişik kiplerini yazmakla yetiniyor: “Ben sevmeyi ve sevilmeyi çok seviyorum.”
Akabinde tarifini detaylandırmaktan da geri durmuyor: “Herkes beni sevsin isterim. Ama işte bir süre sonra bunun imkansızlığını kabulleniyorsun. Nihayetinde milyonlarca karakter var. Fakat saf sevgiye yoğunlaşırsak her şeyin yoluna gireceğini savunuyorum.” O saf sevgi, bu aralar oyuncunun tüm hücrelerine işlemiş durumda; Kolpa grubunun solisti Barış Yurtçu ile çiçeği burnunda birlikteliklerinin bahsi her geçtiğinde, gözlerindeki parıltı şiddetini azami seviyeye taşıyor! Aşkın, üzerinde yarattığı diğer tesirleri şu sözleriyle izah ediyor: “Eskiden kıskançtım ama öyle ileri düzeyde değil. Sadece trip atardım. (Gülüyor) Ama aynısını başka ilişkilerde gözlemleyince, ne kadar kötü bir tavır olduğuna kanaat getirdim. Bir de, bunun karşındaki insana göre değiştiğine inanıyorum. Ben şu an gerçekten hem çok eğleniyorum, hem de çok mutlu ve huzurluyum. En güzeli de kendimi güvende hissediyorum.”
Kısa sürede bu duyguya kapılmanın nadide bir vaka olduğunu hatırlattığımızda, farkındalığını coşkulu tepkisiyle gösteriyor: “Değil mi! Biz de buna çok şaşırdık, ne ara böyle oldu diye düşündük. Çok güzel başladı ve katlanarak artıyor heyecan. Bu benim için daha özel bir şey.” Çiftin ortak zevklerinin başında, PlayStation’da kozlarını paylaşmak geliyor. Baysal’ın kapışma esnasındaki sevimli hırsı, Yurtçu’nun çoğu sefer bıyık altından gülmesine sebep oluyor! Yemek yemek ise yine bolca yaptıkları aktivitelerden. Yakın zamanda sevgilisinin klibinde rol alacağını müjdeleyen oyuncu, devamında repo günlerini nasıl değerlendirdiğini örneklendiriyor: “Genellikle bir diziye başlayıp onu bitiriyorum. Şimdilerde The OA’e takılmış vaziyetteyim. Dışarıda, daha sakin ortamları tercih ederim. Çok yüksek sese pek dayanamıyorum. Barış arada gitar resitali yapıyor, biz bize çalıp söylüyoruz. Fırsat buldukça, Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs’teki kahve dükkanımız Espresso Lab’e uğruyor, haftada üç de pilates yapıyorum. Yürümeye bayılıyorum, hatta bir keresinde Cihangir’den Etiler’e, oradan da Beşiktaş’a yürümüşlüğüm bile var!”
700 bini aşkın takipçi sayısıyla Baysal, Instagram’da tam bir fenomen; fotoğraf ve videolarına katıksız yansıttığı doğallığı, hayranlarının gerçeklik algısını harekete geçiriyor. Amacı da tam manasıyla bu: “Onlara bir farkımız bulunmadığını, benim sadece mesleğini televizyonda icra eden sıradan biri olduğumu göstermek istiyorum,” diyor ve ekliyor, “Yeni açtığım Youtube kanalında da ulaşılabilir fiyatlarda ürünlerle makyaj önerilerine ve yaşantımdan kesitlere yer vermeyi hedefliyorum.” Sohbetimizin finalinde, konu pek tabii güncel projelerine uzanıyor. Martta TV8’de yayınlanacak televizyon filmi Bamsı Beyrek, Burak Aksak’ın kaleme aldığı bir Dede Korkut hikayesi; absürt komedi türündeki yapım Leyla ile Mecnun minvalinde bir aşk öyküsünü iddialı bir mizahi dile uyarlıyor. Çekimler sırasında rahmetli Erdal Tosun’la tanışma şansına eriştiği için çok mutlu olduğuna dikkat çeken Baysal, baharda ekrana gelecek bir dizi için Avşar Film’le el sıkıştığı haberini de kulağımıza fısıldıyor.