Bodrum Masalı’nın Alara’sı Serel Yereli, 2017 İlkbahar-Yaz koleksiyonlarının havalı dış giyim parçalarıyla orijinal duruşunu pekiştiriyor.
Kalıplaşmış algılarınızı bir süreliğine rafa kaldırın; aksi halde Serel Yereli, az sonra zihninizdeki genç kız imajını komple imha ederek bambaşka bir formatta yeniden yeşertecek. Basit bir öngörü değil, tecrübe ile sabit! Barbie’ye çift yaratıldığını düşündürecek duru güzelliği ve Spice Girls’ün Emma’sını nostaljiye sürükleyecek yüksek enerjisi ile lafladığı herkesin başını döndürmesi gayet olası; fakat bize bu denli iddialı cümleler kurduran, röportaj esnasında kapılarını tamamen araladığımız iç dünyası. 20’sindeki çiçeği burnunda bir oyuncuyu tanımaya çalışmanın çok ötesinde, 20 yıllık bir kitabın sayfalarında gezinmek ya da 20. senesini devirmiş bir aşk hikayesine kulak kesilmek gibi onunla söyleşmek. Hayranlık uyandıracak bir zekaya, müthiş bir analiz yeteneğine, güçlü sezgilere, ezberbozan bir kafa yapısına sahip kendisi; özetle, özel bir ruhun, kocaman bir kalbin ve tıkır tıkır işleyen bir beynin aynı bedende randevulaşmasının eseri.
Coşkusu akranlarınınkine denk, çıkarımları ise çoğu yetişkini muhakemeye itecek cinsten. Üstelik tüm bu ayrıcalıklı meziyetleri, daha küçücükken dikkat çekmeye başlıyor; alelade oyuncaklarla eğlenmektense çiçeklerden parfüm üretmeyi, şarkılar yazmayı, tasarımlar yapmayı seçiyor. Anaokulundayken TÜBİTAK tarafından düzenlenen bir yarışma için hazırladığı ‘Serel’in Uzay Gemisi’ isimli projesi, ödülle taçlandırılmanın yanı sıra hakkında şaşırtıcı bir hakikati de ortaya koyuyor: İncelemeler neticesinde, bir mekanizmanın kurulumuna dair en ufak fikri bulunmamasına rağmen icadını sadece bilim adamlarının izleyebileceği bir yöntemle tasarladığı saptanıyor. Duyanları hayrete düşüren bu hadiseyi, minik mucit (!) son derece normal karşılıyor: “Bence sanat, bilim ve felsefenin birbirlerinden farkları yok. Hepsi, sınırların dışında bir şey yaratmakla alakalı ve ben de zaten bunlar uğruna yaşıyorum,” diyor ve ekliyor, “Sanatla uğraşanlar bilime, bilinmezliğe çok yatkındır. Benim de büyük tutkum var ama masa başında oturamadığımdan henüz sırf okuma ve teori üretme faslındayım.”
İzmir doğumlu Yereli’nin çocukluğu, bilhassa babasının hentbol federasyonu başkanlığı görevinden ötürü değişik ülke ve şehirlerde geçmiş. Şimdilerde limitleri kısmen belirgin bir yaşantısı olsa da hala tam manasıyla yerleşik düzene kavuşmuş sayılmaz; devamlı İskandinavya, İstanbul, İzmir ve haritanın diğer birçok bölgesinde dolaşıyor, her birinde akraba veya arkadaşlarıyla hasret gideriyor. Gezgin sıfatının niteliklerine eklenmesinin asıl sebebini ise şöyle açıklıyor: “Küçüklüğümde, babam ayaklarımın yere basması amacıyla beni tek başıma İngiltere’ye gönderdi. ‘Otel bulup orada konaklayacaksın,’ dedi. Ben Londra’ya uçtum, bir otel buldum. Varınca telefon açmamı tembihlemişti; aradım, adresi istedi, verdim. Tam odama yerleşeceğim esnada bu kez kendisi aradı ve en yakın arkadaşının girişte beni almayı beklediğini söyledi! Ama o otele adım attığımda hakikaten büyüdüğümü hissettim, bu olay hayatımın dönüm noktasıdır.” O tarihten itibaren sık sık kısa periyotlarda kente gidip geliyor, her ziyaretinde çeşitli müzikallerde görevler üstleniyor.
16’sındayken, ani bir kalp krizi sonucu tarifsiz duygular beslediği babasını yitiriyor. Yıllar içinde geliştirdiği idrak yönetimi sayesinde bu süreçte sancılarını hafifletebildiğini anlatıyor: “Ölüm konusunu hep çok düşünür, bilmek isterdim. Alışıktım bir nevi bu fikre. Alışmaktan da öte, bir mana yüklemiştim. Bizi asıl korkutan gizemdir ya, bana göre ölüm anlam taşıyordu, bir sorun değildi. O yüzden kolay atlattım diyebilirim. Çok inandığım bir felsefem var; doğanın bize sunduğu her şey etkisiz elemandır, biz onu etkili hale getiririz.” Özgür kişiliğinin şekillenmesine büyük fayda sağlayan ‘kahramanının’ kaybının ardından, her başarıyı bizzat yakalaması gerektiği kanısına kapılıyor ve ailesinden minimum yardım alma niyetini İstanbul Üniversitesi’ni kazanarak gerçeğe dönüştürüyor. Lakin esas maksadı farklı; hedef tahtasının tepesine eğitimden ziyade oyunculuğu oturtuyor. Evini kiralıyor, hemen arkasından yolu menajeri Engin Aykanat ile kesişiyor ve ikili arasında anında sözleşme imzalanıyor. Jet hızıyla verdiği bu kararı, insan tahlili becerisi ile ilişkilendiriyor: “Aslında altıncı his demek daha uygun. Bugüne dek hiç beynimle bir yargıya varmadım. Çünkü eminim, kalbim beynimden kat kat zeki. O nedenle içimden geçeni dinlerim hep.”
Dört yaşından beri şarkı söylemesine karşın dizi sektörüne yönelmesini ise şöyle yorumluyor: “Ailem bana hep, ‘Çöpçü olmak istiyorsan çöpçü, mühendis olmak istiyorsan mühendis ol. Biz seni her koşulda seveceğiz,’ dedi. Bu özgüvenle yetişince seçenekler A’dan Z’ye önüne seriliyor, biliyorsun ki hangi unvanla anılırsan anıl kabul göreceksin. Şarkı söylemek, yazmak, oyunculuk, dans etmek ve resim yapmak, benim nezdimde aynı icraatlar; hepsinde bir ruha bürünüyorsun. Ve kesinlikle altıncı hisle yapıldıkları kanaatindeyim. Ben çok yalnız olmadan da Yalnızım Dostlarım parçasını bağırarak, ağlaya ağlaya seslendirebiliyorsam, yalnız bir kadını da pekala oynayabilirim. Çok güvendiğim kozmik bilinç kuramına göre, senin ürettiğin bir duyguyu benim almam çok kolay, aynısını yaratmama lüzum yok. Başından geçmemiş bir öyküyü anlatmak, yani hayal gücü dediğimiz şey, esasında o kozmik bilince erişebilmek. Ama bir yerde de mantığa başvurmak lazım. Sanat, illaki o alkış sesini işitebilmeyi gerektirir. Ve benim beğendiğim müzik tarzının bu coğrafyada alkışlanması çok zor. O yüzden onu geri plana çektim. Yine de nihai hedefim, müzikal oyuncusu olmak.”
Pazar akşamları Kanal D’de yayınlanan Bodrum Masalı’nın kadrosuna katılma aşamasında sürprizi, yine sezileri bozmuş Yereli’nin, “Elemeler sırasında anlamıştım seçildiğimi. Zaten 2016’da bu işe başlayacağımı da biliyordum. Şahitlerim bile var!” diyor ve akabinde rolüne yaklaşımına değiniyor, “Alara benim müzikallerde çok canlandırdığım bir tipti: Sinir bozucu sarışın kız! Ben bu tarz karakterleri oynamayı severim çünkü hoşuma gitmeyen bir davranış karşısında asla kızmam, onun tekrarlanmaması için ufak ufak sinir bozarım. Sonucunda, ya bir daha aynı muameleyi görmem ya da o kişiyle mesafemiz artar. Kısacası Alara, tanımadığım biri değil ama bana çok uzak bir karakter. Hem de öyle uzak ki kalkan olarak kullandığım biri belki de. Onun ciddiyetle değerlendirdiği hiçbir konu benim gündemime dahi girmedi.” Projenin kendisine kazandırdığı artıları sıralarken, ilk maddeye sabır mefhumunu konumlandırıyor ve detaylandırarak devam ediyor: “Özgürlük, bireyin istediği her şeyi yapması değil, istemediği şeyleri yapmak zorunda olmamasıdır. Ben de istemediğim hiçbir şeyi yapmadım ama canımın çektiği her şeyi yapmamayı öğrendim orada. Bunun sebebi de set başladığında üç ay Bodrum’da kalarak ilk kez yerleşik hayata geçmem. Böylece dizginlerimin kontrolünü daha fazla elime aldım.”
Her deneyimin tadına bakma ilkesini özümseyen oyuncu, ‘Bunu yaşarsam şöyle hissederim gibi geliyor, acaba gerçekleşecek mi?’ sorusundan hareketle, şu ana dek her teşebbüsünde duygularını sınama amacı gütmüş. Hayatını 50, benliğini ise beş yaşında hissettiğini aktarırken, son dönemde sakinleştiğinin de altını çiziyor. Az sayıda durum ve platformdan keyif aldığını, “O yüzden bu kadar yaşama tutunmaya çabalıyorum, enerjim ondan. Çünkü yaşamak bana pek de haz vermiyor. Zaten çok zevk duysan dümdüz yaşarsın,” ifadeleriyle destekliyor ve beraberinde o mutluluk listesini paylaşıyor: “Aşık olmak, dostlarımla vakit geçirmek, mizah, yazı yazmak, piyano çalmak, şarkı söylemek, tiyatro sahnesine çıkmak.” Aile fertlerini dost meclisinden saydığını da kelimeleri arasına sıkıştırmayı atlamıyor. Çocukluk arkadaşlarını, ‘dünyadaki en kıymetli şeylerden’ şeklinde tanımlıyor, “Canım dediğimi kalbime alır, onu her koşulda orada saklarım. Bu nedenle köklü dostluklarım çok fazladır,” diyor. Gönül meselelerine de farklı bir pencereden bakıyor; ilişkinin aşkı yonttuğunu, değerini alçalttığını öne sürüyor ve birlikteliklerinde karşılıklı uygulanmasını şart koştuğu üç kaideyi dile getiriyor: “Birincisi; aşırı derin bir duygusal bağ, ikincisi; ölçüsüz bir dürüstlük, üçüncüsü; bu iki kuraldan biri çiğnendiği takdirde problem çıkarırım!”
Çoğu zaman bünyesini yoran değişken ruh halinin aksine, hisleri kaya misali sabitliğini koruyor aktrisin; sevince tam seviyor, bunu da tavırlarına layığıyla yansıtıyor. Aylardır seyircileri ekrana kilitleyen Bodrum Masalı ile geniş bir hayran kitlesi edindiği ortada; özellikle fotoğraf ve video’ları Instagram’da aşırı ilgiye maruz kalıyor. Yoğun rağbetten etkilenip etkilenmediği sorusunu, şahsi aidiyet algısına atıfta bulunarak yanıtlıyor: “Eğer her yer evinse, herkes de ailen oluyor. Aslında o kadar çok birey aynı evde barınıyoruz ki… Bu durumda kasılmak, sevginin önüne bariyer dikmekten başka bir şeye yaramıyor. Sevgiden kastım, öncelikle insanın özüne duyduğu sevgi. Ben özümü ne denli sevebiliyorsam seni de en fazla o kadar sevebilirim. Dolayısıyla bu ilgi bana tesir etmiyor. Nitekim ülke sınırlarını aştığımda kimsenin haberi yok benden. Ancak dünyada kaçacak bir yerim olmazsa vaziyet değişebilir, işte o vakit beni baskılayan bir ailede yaşamaya başlamış olurum. Yani şöhret Rihanna’nınki, benimki sadece popülerlik.” Sosyal medyadaki paylaşımlarını irdeleyip de kaleminin kuvvetinden dem vurmamak imkansız. Eğiliminin boyutunu masaya yatırdığımızda, “Bir ara, hastalıklardan modaya her konuda o kadar çok karaladım ki… Fakat bütününde bir hikaye örgüsü yoktu, içimden atmak gibiydi. Sonra tamamını yaktım. Şimdiyse tekrar yazıyorum. Bu kez hepsini bir romanda toplamayı umuyorum. Yayınlayacağımdan değil, saklama amaçlı,” diyor ve konuşmasını sempatik bir ayrıntıyla sürdürüyor: “Bir de ufakken, ileride dışına çıkarsam çekincesiyle prensiplerimi ‘SY Anayasası’ başlığında derlemiştim. Hala ona düzelti ve ilaveler yapıyorum!” Alternatif mantalitesini yalnızca sanatın türlü dallarında görünür kılmıyor Yereli, değiştirmeyi dilediği bazı hususlarda da devreye sokuyor. İnsan üretimi diye nitelediği birtakım gereksinimlerle nasıl vedalaştığını şöyle örneklendiriyor: “İnsanoğlu, yarattığı ihtiyaçlara muhtaç olan bir varlık. Ben bunun çok üzerine gittim. Üşüyüp kaban giymeye mecbur kalmamak için birçok hava şartında sokakta yatmışlığım var. Ve sahiden bünyem buna göre kodlandı. Tanıyanlar bilir, acıyı da hissetmem. Kolum ya da bacağım kırıldığında sızısını duymuyorum.”
Negatif genellemelere kesinlikle yanaşmıyor, bu bağlamda tecrübeyi deneyimden ayrı tuttuğunu vurguluyor: “Deneyimlerim ama asla tecrübe etmem. Yani sütten ağzım yanarsa yoğurdu üfleyerek yemem. Eğer bir dostum bana kötülük yaptığında ben dostların birbirlerine kazık atabileceklerini tecrübe edersem, bu sadece dost adaylarıma yaklaşımımı kısıtlar. Bu nedenle tecrübeli biri değilim. Böyle düşünmem, sınırsızlığı çok benimsememden kaynaklanıyor. Limitleri beynimiz koyuyor ve bunu engellememiz mümkün.” Gruplaştırıcı tüm görüşlere karşı duruyor, hatta giyim stili bile eşitlikçi zihniyetinden nasibini alıyor; cinsiyet ayrımcılığından kaçınmak adına fazla feminen kıyafetleri dolabına sokmuyor, spor modelleri yeğliyor. Tabii bu tercihinde her an dağa tırmalanabilme ihtimalinin payı da mevcut! Sohbetimizin bitimine doğru, merakımıza yenik düşerek yaşından birkaç gömlek üstün düşünce sisteminin temelini kurcalıyoruz. Kapasitesini yadsımamakla birlikte, yoğrulmasında annesinin hassas tutumunun çok önem taşıdığını belirtiyor: “Mesela ilkokuldayken, ‘Zaman zaman fark etmezsin ama… Sürükler ruhları yaşlanmaya…’ dizeleriyle başlayan bir şiir yazmıştım. Belki başkaları, ‘Güzelmiş, bunu derste oku,’ reaksiyonunu gösterip konuyu kapatabilirlerdi ama annem şiirimin üzerinde durdu. ‘Bu çocuğun aklı filozof gibi çalışıyor,’ dedi, bana metafizik öğretti. Onun sevgisi ve özeni, potansiyelimi körükledi.”