- Alice’le başlayalım mı sohbetimize İbrahim, nasıl bir tecrübe oluyor, önceki sahne deneyimlerinden farklı nedir?
Gösteri daha başlamadan 40 bin bilet satan başka bir iş yok. Sadece popülarite olarak tarif edemiyorum bu durumu. Ben çok uzun süre Dot’ta oynadım, orada 50-100 kişi kapasiteli salonlarda ve hep kapalı gişe oynuyorduk. Alice ekibi olarak hep seyredilen işlerin içindeydik. Aramızda çok eğleniyoruz, çok mutlu olan, beraber çok iyi vakit geçiren ve çok iyi anlaşan bir ekibiz ve bizim için serüvenin o tarafı çok daha etkileyici. İki aylık bir prova sürecinde girdik bu işe, senaryonun bizden önce iki ayı daha var, Serenay beden çalışmaya bizden önce başladı. Sonuçta ne çıkacağını hiç düşünmeden, büyük bir şey çıkacağını bilerek, tahmin ederek başladım ben bu projeye. Ama bu kadar büyük olacağını da asla tahmin etmiyordum. Biz bu süreçte kim beğenir, kim beğenmez, bunlarla hiç uğraşmadık.
- Sanki önceden yer aldığın oyunlara göre izleyici profili de biraz daha farklı. Sahnede bulunan neredeyse tüm isimlerin bu kadar popüler olmasından kaynaklı…
Evet. Bu zaten yapımcılarımızın becerisi. Oyun için iyi bir tanıtım yapıldı, çok iyi tasarlanmış bir tanıtım kampanyasıydı. Atılan hiçbir adım hesapsız değil. BKM, Zorlu ve ID prodüksiyonu. Ayşe Barım zaten bir dahi, yapımcımız Nisan Ceren ise elini attığı her işi çok başarılı hale getirmiş bir kadın.
- Evet, Nisan’ı ben de Berkun Oya ve Krek’le birlikte tanıdım.
Nisan ülkemizde tiyatro yapımcılığı yapan tek insan. Tiyatrolar kendi prodüksiyonlarını yapıyor. O kısmıyla ilgili haklısın, evet, bu iş 2 bin 200 kişilik bir salona tasarlanmasa, zaten salona o kadar insanı getiremezsiniz. Bu oyunda benden daha popüler arkadaşlarımla birlikteyim. Onlar izleyici kitlemizin nasıl şekilleneceğini benden daha iyi tahmin edebiliyorlardı. Ama bu tanımların hepsinin ötesinde, seyirci seyircidir. Seyircinin tiyatro bileni, televizyondan tanıyıp geleni, yoldan geçerken bilet alanı bize fark etmez. Tiyatroda iki tane olmazsa olmaz vardır; biri ışık, diğeri ise seyirci. Dekorsuz olur ama seyircisiz olmaz. Sahnede izlenen bir şeyin öncelikle amacının seyircinin eğlenmesini, iyi vakit geçirmesini sağlamak olduğunu zaman zaman unutuyoruz. Bu sefer bunu unutmadık. Seyircinin böyle bir ihtiyacı var diyerek yola çıkmadık. Biz kendimiz bu oyun sayesinde iyi vakit geçirmeyi hatırladık.
- Ekibin enerjisi yansır ya, burada tam karşılığını görüyoruz.
İyi bir iş yaptık ve popüler oldu. Festivalde ödül veriyorlarsa kesin kötü filmdir denir ya, geçtik o safhayı artık. Kelebekler Sundance’te ödül aldı, kötü film mi şimdi o?
- Afişlerdeki ödül ibareleri bir engel koyuyor seyirciyle film arasına sanki, oysa ne kadar güzel bir şeyleri kaçırıyor izlemeyenler.
Alice’in bu kadar iyi tanıtılması ve bir sinema filminden daha popüler hala gelmesi kötü bir şey değil. Üreten taraf olarak şu an bunun bir adım ötesine geçmemiz gereken yerdeyiz. İzleyicilere şimdi Alice’i izlettirdik, sırada başka büyük prodüksiyon olmalı. Mesele de bu, Alice bu ölçekte işlerin başlangıcı. Hepimizin ayrı ayrı sayısız tecrübesi var. Seyirciye de bunu geçirmemiz gerekiyor.
- Alice’in en güzel sürprizi ne oldu?
Beni en çok şaşırtan konu gösteri başlamadan 40 bin biletin satılması oldu.
- Böyle bir prodüksiyonla Zorlu’dan başka bir yerde oynama şansınız, turneye çıkmanız mümkün olabilecek mi?
Bu oyun için üç büyük yapımcıdan biri Zorlu ve PSM sahnesine ciddi bir yatırım yaptı. Oyunun içinde önemli bir teknoloji var ve bu taşınabilir ya da farklı sahnelere uydurulabilecek bir şey değil.
- Provalar devam ediyor mu?
Oyun çıkınca prova durur. Oyun öncesi dans edip şarkı söylediğimiz için tabii o hareketlerin bir üzerinden geçiliyor ama artık ayrıca prova yapmıyoruz.
- Sunuculuk hayatına nasıl girdi?
Aslında biyoloji okurken başladı. Organizasyon firmalarıyla çalışırken, orada bir oyuncak
mağazasının tüm Türkiye’de toplam 25 mağazasının filan açılışını yaptım. Konservatuvardayken protokol sunuculuğu da yaptım.
- Buna özel bir ilgin var mı peki?
Evet, Oscar töreninde herkes ödül alanı merak ederken ben hep şovun bütünün nasıl olacağını beklerdim. Hala da böyle. Mesela Ricky Gervais’nin sunumuyla Golden Globe’ları defalarca izledim. İnternette başlamadan önce bu benim profesyonel mesleğimdi. Tabii insanlar YouTube’daki programları izledikten sonra, “Bu işi yapabiliyormuş,” dediler, daha çok insana ulaştım böylelikle. Ancak arkasında çok emek var.
- Şu an Bu Gece ve Oyna Kazan ile devam ediyorsun.
Evet, Onedio ile toplandık. Onların akıllarındaki çok netti zaten, oturduk konuştuk ve buraya taşıdık.
- Şu an büyük yoğunluk içindesin, ama yine de plan nedir diye sormak istiyorum…
Yaptığım işleri birbirinden ayıramıyorum. Ama baktığımda vaktim de yok. Yine de dünya değişir, “Şahsiyet’in ikinci sezonunu çekiyoruz,” derler, ne gerekirse yapar ona o zamanı yaratırım elbette. Her şeyi dirseğimle iter ve öyle bir işe yer açarım.
- Çok güzel bir diziydi.
Bir çoğumuz için öyle. Çok hacimli şeylerde oynamadım, çünkü hayatımda tiyatro hep daha çok yer kapladı. Az iş de yaptım diyemem, ama yaptığım işlerin içerisinde hep dizilerin uzunluğundan şikayet edildiği için Şahsiyet vaha gibiydi. Sete çalışmadan giderseniz, utanırdınız. Sete reji asistanı dahi çalışarak geliyordu. Onur Saylak’la Hakan Günday’ın yapacakları herhangi bir iş için geçerli bu söylediklerim. Onlar için o yeri açar, o zamanı yaratırım. Çalıştığını hissediyorsun, iyi hissediyorsun. Kazandığın paranın bile tadı farklı oluyor biliyor musun böyle işlerin sonucunda? Onun dışında ne için para kazandığını bile bilmiyorsun çünkü, çoğunda diyeyim, bunda öyle olmadı ama. Hak ettiğine de inanıyorsun.
- İzleyebildin mi peki diziyi?
Çünkü seyirci olarak da kaçırılmaması gereken bir işti. Seyrettim! Hatta son bölümde ağladım. Yani sanki kendim oynamamışım gibi seyrettim (gülüyor).
- Bence dizi ikinci sezonu gelebilecek gibi bitti.
Benim de dünyaya saldığım istek o. Ama aynı ekip başka iş de olur, bu ekipten zekice bir şey çıkacağı belli.
- Sen de hep ayrıcalıklı işlerin içinde yer aldın. Şubat, Leyla ile Mecnun…
Yaptığım işler anlamında nispeten şanslı olduğumu söyleyebilirim. Hacimli işler değildi ama hiçbir zaman mutsuz olduğum bir işte çalışmadım. Güllerin Savaşı, Hayati ve Diğerleri, Şahsiyet… Hepsinden gurur duydum.
- Bir mola verebilecek misin peki yakın zamanda?
Bir ara mutlaka veririz de o ne kadar bir mola gibi olur bilemiyorum. “Çok yoruldum da bir tatili hak ettim,” gibi hissetmiyorum. Yoğunum ama yorgun değilim. Ben zaten hep az uyurum. Çok fazla iş yapıyorum, o herhalde insanlara yorucu gibi geliyor. Ben hep bu kadar çalışıyordum ama yaptığım işler bu kadar görünmüyordu. Yani benim hayatımda çok değişen bir şey yok (gülüyor).
- Üniversite için evden ayrıldığından beri durmaksızın çalışmışsın değil mi?
Evet, biyoloji bölümünde okumak için.
- Laborantlık dışında ne iş yapabilir diye bir baktım da bölümüne, mezun olsaymışsın ilaç firmalarında çalışabilirmişsin onu öğrendim (gülüyoruz).
O yaşlarda aslında pek anlaşılmıyor. Hep tiyatro okumak istiyordum ama ailem o sıra beni engelledi ya da ben engellediler sandım ve biyoloji bölümüne girdim. Okudum da diyemem, sürttüm. Sonra organizasyon firmalarında çalışmaya başladım ve bir gün kafama tak etti, “Benim yapmak istediğim şey oyunculuk,” dedim. Sonra oturdum annem babamla konuştum. Onlar da, “Tamam ne yaparsan yap, biz zaten sana bir şey demedik ki,” dedi. Her şey bir yanlış anlaşılmanın sonucuymuş yani. Konservatuvar sınavında hocamız Bozkurt Kuruç bana, “Sence memleketin sağlıkçıya mı ihtiyacı var, sanatçıya mı?” diye sordu. Benim de arada Laz tuşum var herhalde ona bastı, “Vallahi bence ikisine de ihtiyacı var da ben sağlıkçılığı becerebilecek olsam bırakmazdım ki bölümümü zaten,” dedim (gülüyoruz).
- Konservatuvara girdikten sonra, “Ben Fame dizisindeki gibi bir ortam bekliyordum,” demişsin, buna çok güldüm, neydi oyunculuk haricinde en çok keyif aldığın ders?
Eskrim! İyi de yapıyordum ama tabii unuttum. Ali Tayla diye çok iyi bir hocamız vardı. Bilek hareketiyle karşındaki oyuncunun kılıcını düşürüyorsun. Sonra tabii yapmadığın için unutuyorsun (gülüyor).
- Stand up hakkındaki fikirlerin nedir?
Bana sahnede yapılan işler arasında matematiği en zor olan şey gibi geliyor. Yapmayı hiç düşünmedim. Ben sahneye çıkıp hikaye anlatıyorum, zaten oyunculuk da bu. Ayrıca stand up yapan çok önemli insanlar var onlara da ayıp olur. Bu memlekette Cem Yılmaz var bir kere. O gösteriyi İngilizce yapsa onu tüm dünya bilir, tanır. İşte Ricky Gervais diyoruz ya, Cem Yılmaz da derdik o zaman.
- After Life’ı izledin mi Gervais’yi tekrar anmışken?
Evet ya, çıkar çıkmaz. Çok güzeldi.
- Başka neler izliyorsun?
Fleabag izledim Amazon’da, o da müthiş.
- Ah! İkinci sezona başladım ben de nihayet. Çok iyi.
The Marvelous Mrs. Maisel’ı izledim. O da çok iyi. Fleabag ve o çok iyi kadın hikayeleri. Normalde insanlar haftada bir bölüm izlerdi. Benimki biraz da mesleki deformasyon herhalde, sonuna kadar izlemezsem rahat edemiyorum.
Yazı: Deniz Tokgöz
Fotoğraflar: Serhat Hayri
Styling: Seray Denk