Çocukluğundan itibaren modayı hayatının odak noktasına oturtan tasarımcı Banu Güven, kıyafetlerle yakın ilişkisini, ilham kaynaklarını, hazırladığı kısa film kostümlerini ve Ipekyol 2016-17 Sonbahar-Kış koleksiyonu için yarattığı sofistike parçaları anlatıyor.
Moda alanına yönelmeye nasıl karar verdiniz?
Moda, aslında doğduğumuz andan itibaren hepimizin içinde var olan bir olgu. Bilincimiz gelişmeye başladıkça etrafımızdaki kişileri de incelemeye başlıyoruz. Benim için tüm insan tanımları, ‘mavi gömlekli adam’, ‘sarı elbiseli kadın’ şeklindeydi. Herkesi kıyafetleri ile hatırlayıp öyle anlatırdım. Bu yüzden moda küçük yaştan beri içimde vardı diyebilirim. Her şeyi tetikleyen ise karakalem oldu. Yanımdan ayırmadığım eskiz defterime gördüğüm her objeyi çizerdim. Bir gün kirli sepetindeki perdeleri çizmeye başladım. Kumaşları çizmek o kadar hoşuma gitmişti ki insan figürlerimde artık tek ilgilendiğim kısım kıyafetler olmuştu. Çocukken hobi olarak yaptığım moda çizimleri, zaman içinde yönelmek istediğim mesleğe dönüştü. Kariyerim ile ilgili ilk adımı Deniz Orkuş ve Dara Abadi’nin portfolyo kursuna yazılarak attım. Onların tavsiye ve yardımları ile beni yansıtan bir portfolyo hazırladım ve istediğim üniversite olan Fashion Institute of Technology’i kazandım.
Şu ana kadar yaptığınız çalışmalardan kısaca bahseder misiniz?
Mezun olduktan sonra New York’ta kalarak Alice + Olivia ve Timo Weiland gibi şirketlerde deneyim kazanma şansı buldum. Türkiye’ye döndüğümde, Ayaydın-Miroglio Group bünyesindeki Ipekyol’a tasarımcı olarak işe girdim. O sırada, İstanbul Teknik Üniversitesi Moda Tasarım Bölümü’nde Technical Drawing Workshop’u verdim. Yine aynı dönemde, başarılı takı tasarımcısı Dilara Karabay ve yetenekli müzisyen Nev gibi önemli isimlere belli başlı projelerde stil danışmanlığı yaptım. Ancak en çok keyif aldığım işler, Emre Gülcan’ın yönettiği kısa filmlerin kostümlerini yapmak oldu.
Ipekyol ile iş birliğinize ve markanın 2016-17 Sonbahar-Kış koleksiyonu için oluşturduğunuz tasarımların tarzına değinir misiniz?
Ipekyol kadını renklerden korkmayan, eğlenceli ancak sofistike bir kadın. İçinde birçok katmanı bulunduran markanın bünyesinde, her sezon hem basic ürün gruplarına hem de şık parçalara sahip zengin bir koleksiyon tasarlanıyor. 2016-17 Sonbahar-Kış koleksiyonunda ise tüm dünyada öne çıkan kadife trendini sıkça görebilirsiniz. Popülerliği devam eden romantik, bohem elbiseleri yeni sezonda pilise ve fırfırlarla süsledik. Ayrıca, seride geniş yer bulan kabanların kumaşları İtalyan yünü seçildi. Geniş yakalı, uzun kabanlar benim favorilerimden.
Tasarımlarınızın genel stilini ve imzanız niteliğindeki dokunuşları nasıl tanımlarsınız? Hayata geçirdiğiniz kıyafetler ne tarz kadınlara hitap ediyor?
İnanılmaz bir özenle yapılan şov parçalarının günlük kıyafetlerle birleşmesi çok hoşuma giden bir konsept. Giyen kişide hem umursamaz hem de düşünülmüş bir görünüm yaratıyor. Bu mantıkla yola çıkarak, sade tasarımları couture parçalarla süslediğim bir koleksiyon yaratma fikrindeyim. Tasarımlarımın sokaktan çok kopmamalarına fakat aynı zamanda yaratıcı detaylara sahip olmalarına çalışıyorum. Hayalini kurduğum kadın ise şehir hayatında varlık gösteren, bakımlı ancak ayna karşısında saatlerce vakit harcamayan, sıra dışı ve sade parçaları birleştirmeyi seven, tarzı ile fark edilen biri.
Tasarlarken genel olarak nelerden ilham alıyorsunuz?
Esas ilham kaynağım ne olursa olsun, tasarım yaparken sanat her zaman etkileyici bir faktör oluyor. Bilmediğim sanatçıları keşfetmek veya eskileri yeniden hatırlamak benim için başlı başına bir yolculuk. Sanat sayesinde farklı fikirler ve bakış açıları görebiliyorum. Mesela son projemde, NASA fotoğraflarını manipüle ederek inanılmaz eserler ortaya koyan bir sanatçıdan esinlendim. Bu sebeple, tasarım ve sanatla uğraşan herkesin bir şekilde birbirini etkileyip yukarıya taşıdığını düşünüyorum.
Geçtiğimiz yaz bir kısa filmin kostümlerini hazırladınız. Yapımın türü ve konusunda yola çıkarak kreasyonların oluşum sürecini anlatır mısınız?
Başrolünde Murat Danacı’nın oynadığı kısa film Babam Çiçek Açtı, babasının ölümü üzerine yıllar önce terkettiği köye geri dönen bir adamın hikayesini anlatıyor. Emre Gülcan’ın yönetmenliğini yaptığı filmi Eskişehir’de çektik. Kostümleri hazırlamadan önce senaryo üzerinden defalarca geçerek karakter analizlerini yaptık. Ardından Emre ile istediği renk ve tarzı konuştuk. Kendisi, çektiği filmlerin doğallığını bozmadan, karakterleri kıyafetleri ile seyirciye tanıtmaktan hoşlanıyor. Bu yüzden iddialı ve absürt bir tarzdan çok, natürel bir stil oluşturmaya çalıştık. Oyuncular kesinleştikten sonra belirlenen moodboard’lar ve renk temaları üzerinden tekrar geçtik. Buna göre, İstanbul ve Eskişehir tiyatrolarının kostüm departmanlarından ve otantik olması açısından filmin geçtiği yerdeki kıyafet opsiyonlarından yararlandık.
Markanızı mağazalaştırma gibi bir hedefiniz bulunuyor mu? Moda ile yakın ilişkinizi hangi platformlarda görünür kılmayı amaçlıyorsunuz?
Müşterilere ulaşımımız, ilk etapta online satış ve belli başlı büyük mağazalar aracılığı ile olacak. Markanın bilinirliği ve müşteri yelpazesinin genişlemesiyle de mağazacılık alanına ilerleyeceğiz.
Şu anda New York’ta yaşıyorsunuz. Tasarım yolcululuğunuza orada mı devam etmeyi planlıyorsunuz? Geleceğe dair plan ve hayalleriniz neler?
Evet, şu an New York’ta yaşıyor ve kariyerime burada devam etmeyi planlıyorum ancak bu İstanbul’dan tamamen koptuğum anlamına gelmiyor. Yurt dışında bulunmanın ve farklı çevrelerden gelen kişilerle etkileşmenin her meslek grubundan insanı geliştirdiğine inanıyorum. Bu yüzden, hayatımın belli bir döneminde farklı ülkelerde yaşamak istedim. Tasarım kariyerime, New York ve İstanbul bağlantılı devam etmek istiyorum. Ancak iş hayatı gibi aile yaşamı da benim için çok değerli. Geleceğim için en çok hayalini kurduğum şey, kendimle gurur duyacağım bir aile ve işe sahip ve onların değerlerini bilecek olgunlukta olmak.